Moral Gelişim
Aziz Yardımlı

 

Moral Gelişim


 

 

 

Etik ve Küreselleşme — 2018.06.28
   


Çaykovski / James Last — Romance in F Minor, Op. 5

Çaykovski / James Last — Romance in F Minor, Op. 5
   
Moral Gelişim

Moral gelişim insanın moral geriliğini imler.


Moral gelişim süreci moral geriliği kapsar. Tarihsel ve küresel ölçeklerde düşünüldüğünde, dünya-tini moral olarak gelişmekte olduğu ölçüde kaçınılmaz olarak moral gelişmemişliğini sergiler. Duyuncun gelişmeye programlanmış bir yeti olması ölçüsünde bu ancak doğal olabilir: İnsanın kendi eylemleri üzerine moral yargıda bulunması eylemlerin kendilerini varsayar. Önemli olan gelişmenin olanağını, özgür istenci kazanmış olmaktır. İnsan gelişimi herşeyden önce bir özgürlük, bir istenç sorunudur. Tutucu kültürlerde ne genel olarak gelişim ne de moral gelişim problemi vardır. Tutucu kültür bir alışkanlık ve gelenek kültürüdür. Ve gelenek ve alışkanlık ölümdür.


Özgürlük genel olarak insanın istençli-bilinçli olarak eylemde bulunması demektir. İstenç saltık olarak bilginin eşliğindedir ve kendini yargılayan istenç duyunçtur.


Moral görecilik moral değildir
ve
moral görelilik kültürün olağan durumudur.


İnsan doğası gelişmeye belirlenmiştir.
Tarihteki ahlaksal türlülükten ve görelilikten saltık ya da ideal ya da gerçek ahlakın olanaksızlığı vargısını çıkarmak için İdeayı anlamamak yeterlidir.


Evrensel ahlakı, duyunç özgürlüğünün evrenselliğini reddetmek için insan doğası kavramını reddetmek yeterlidir. "Tüm insanlar özgür doğar" yerine, "Kimi insanlar özgür doğar" demek yeterlidir.


Göreli olmayan ahlak, saltık ahlak evrensel İyinin doğrulanmasıdır ve duyuncun duygusal itkisinin bu İyi İdeasına yönelik olduğunu anlatır.


İstenç erekseldir ve ereği İyidir.
İstencin istediği herşey iyidir ve istenç kötü olanı isteyemez.

Sorun İstencin belirli iyiyi ve belirli kötüyü doğru yargılamasıdır. Bu yine Duyunç olarak istencin kendisinin işidir.


Duyuncun gelişimi için biricik koşul engellenmemektir.
Duyunç ancak özgür olduğu zaman, ancak içsel olarak büyüyebilir. Dışsal moral yetke duyuncu yalnızca köreltir. Bu nedenledir ki hiçbir din, hiçbir Tanrı korkusu, hiçbir kategorik imperativ insanları ahlaklı yapmayı başaramaz. Ancak inanç insanın tinsel büyüklüğünü nesnesi olarak aldığı zaman moral karakter gelişmeye başlar.

 

İnsan duyunç yetisi ile doğsa da, başlangıçta yeti henüz salt gizildir ve edimselleşmelidir. Çocuklar ilkin yalnızca doğal dürtüler ile davranışlarda bulunurlar ve doğal içgüdüsel davranışlarına doğal olarak hiçbir sınır bilmezler. Eğitimin çocuğa ilk olarak içgüdüler üzerindeki sınırlamaları öğretmesi ve onun doğallığını tinselliğe yükseltmeye başlaması gerekir. Piaget ve Kohlberg gibi ruhbilimcilere göre bu eğitim ceza ve boyun eğme düzenekleri ile sağlanır. "Ceza" bir "suçu" gerektirir, ve hiçbir uygar tüze dizgesi moral olarak olgunlaşmamış çocuğun suç işlediğini kabul etmez. Ve "boyun eğme" ise köleler ve korkaklar yetiştirmede sonuçlanır.

Ceza yoluyla boyun eğdirmenin kendisinin moral bir nitelik taşımadığı kendiliğinden açıktır. Kültür insan doğası üzerinde çalışır, ama kültürün insan doğasına verdiği belirli şekil ilkin yetersiz, sonra sık sık baştan sona hasarlıdır.

"Doğal özgürlük" ilkin çocuğun haksız sayılanı, yanlış sayılanı, genel olarak kötü sayılanı yapması demektir ve bu düzeye dek böyle özgürlük henüz kavramına uygun özgürlük değildir. İnsan "kişiliği" ilkin içgüdülerinin engellenmesi ile şekillenmeye başlar. Ve doğal içgüdülerin tinsel istenç tarafından biçimlendirilmesi ya da kültürel biçimler ile örtülmesi içgüdünün birincilliğinden istencin birincilliğine geçiş olarak özgürlüktür. Bu "özgürlük" içgüdünün baskılanması değildir, çünkü "baskı" bilinçsiz engellemeyi anlatırken, kültürel engelleme bilinçsiz değildir. Ancak içgüdülerin acı verici yaşantılar sonucunda engellenmesi "baskı" kavramı altına düşer, çünkü acılı yaşantılar bilinçaltına atılırlar, anımsanmaları ve acılı deneyimlerin sürekli olarak yeniden yaşanmaları önlenir, ve bundan böyle orada bilinçsiz olarak işlerler. Bilinçaltı dinamiktir. İçgüdüyü engeller, ama bu engelleme bilinçsizdir.

 


Haklı, doğru ve genel olarak iyi olmak için açıktır ki haksız, yanlış ve genel olarak kötü olan da bilinmelidir. Bu bilgi içsel ya da dışsal kaynaklı olabilir. İçsel olarak moral yargının kaynağı duyunç yetisidir. Dışsal olarak başkalarının duyuncudur.


Ön-modern despotik gelenek döneminde moral doğrular insana dinsel ve dışsal yetkeler tarafından verilir. Özgürlük kültüründe moral normlar özgür insanların kendi duyunçları tarafından belirlenir.

Moral Belirlenim ve Çevre

Çocukta moral gelişimin ya da doğruyu ve eğriyi ayırdetme yetisinin ilkin çevre tarafından belirlendiği söylenir. Bu açıklama yetersizdir, çünkü gelişecek olan gizilliği algılamaz. Çocukta belirlenecek ya da tikelleşecek bir evrenselin olması olgusu bir yana, çevrenin kendisinin moral belirlenimlerini nasıl kazandığı sorusu ortada kalır. Moral gelişimin çevre tarafından belirlendiğini ileri süren kuramlar moral gelişimi açıklamada moral gelişimin kendisini kullanırlar. (Kohlberg'in ahlak kuramında birinci ve ikinci evreler daha önceden hazırlanmış olan uylaşımları varsayar. Bu nedenle gerçek bir moral gelişim kuramı olmaktan çok, moral normların kuşaktan kuşağa aktarımını açıklayan bir kuramdır.)

 

Gelişim ve Diyalektik

Gelişim kavramı genel olarak bir gizilliğin ya da potansiyelin edimselleşmesini anlatır ve bu olgu onu hemen teleolojik yapar. Oluş kendinde varolanın ortaya çıkışıdır. Gelişim kavramı salt oluş kavramının bir hedef ya da telos imleyen daha yüksek, daha belirli biçimidir. İlerleme kavramı da bir hedefe doğru değişimi imler, ama ilerleme gelişime göre daha genel ya da daha soyuttur ve doğrusal ya da aşamasız olanı da anlatır. Gelişim kavramının aşamalı ya da dereceli olması onda bir evreyi izleyen ikinci bir evrenin de kendinde kendi karşıtını kapsadığını ya da kendinde kendi karşıtı olduğunu imler. Gelişim sürecinin her aşaması öncekini negatif olarak kendinde kapsadığı için ondan daha yüksektir. Yalnızca kendi özünlü diyalektiğinin ürünü olan bu kesintisiz tikelleşmeler süreci erek olarak evrenselde tamamlanır.


Genel olarak oluş ve özel olarak değişim, başkalaşım, ilerleme, süreç, evrim, gelişim, vb. gibi oluşun her bir tikel kipi özsel olarak diyalektiğin bir sergilenişi ya da işlevidir. Birşey ancak kendinde olduğu başka birşeye, onu kendisi olarak ortadan kaldıracak ve bu yolla kendisi ortaya çıkacak olan başkasına değişebilir. Çocuk kendinde yetişkindir, ve karşıtına geçerek yetişkin olduğu zaman çocuk olarak ortadan kalkar, yetişkin olur. Moral gelişim benzer olarak insan doğasının ya da özünün salt doğal olmaktan doğalın karşıtı olan tinsele geçişidir. Moral büyümede ana evreler sürecin kendisi tarafından tanımlanır ve erginlik öncesi ve erginlik dönemleri ruhbilimsel moral gelişim kuramlarında temel alınan başlıca evrelerdir.


Herşey akıştadır dendikten sonra Whitehead'ın yaptığı gibi herşeyin “süreçte” olduğunu keşfetmek çok da gerekli değildir. Yine, “‘becoming’ is a creative advance into novelty” boş bir anlatımdır, çünkü “oluş” genelliği içinde henüz belirli içerik kapsamaz, ve “yaratıcı bir ilerleme” olmak, “yeniliğe ilerleme” olmak oluşun daha yüksek kipleridir ve her biri oluşu kapsar. Ayrıca "oluş bir ilerlemedir" demek mantıksız olduğu için kulağa saçma ya da anlamsız da gelir. Ama sıradan anlak bütün bir metinler alanında özellikle anlamsız olan üzerinde yoğunlaşmaya bayılır. Çünkü anlamamasının sorumlusu kendisi değildir.



Maslow'un gelişim kuramı yetilerin gelişimini bir "gereksinim" olarak, ve gereksinimlerin tam doyumunu gelişimin ereği olarak almada naivdir.


Dizge ve Diyalektik

Dizge bileşenleri zorunlu olan bütündür. Zorunluk mantıksal olarak başka türlü olamayanı anlatır.


Kavramsal dizge yöntemli olarak kurulur ya da yöntem dizgenin kendisi ile bir olan biçimdir. Kavram belirlidir ve belirleme olumsuzlamadır. Kavramın olumsuzu ile ya da karşıtı ile birliğinin bilinci "kavramın karşıtına geçişi" olarak anlatıldığında diyalektik dediğimiz zorunlu bağıntı formüle edilmiş olur. İlk kıpı salt olumlu analitik kıpıdır. Bu soyutlama yanlıştır, böyle birşey yoktur ya da gerçek değildir, çünkü olumlu ancak olumsuzu yoluyla belirlenebilir. Diyalektik kavramın açınımının ya da sürecinin sonu ya da tamamı değildir. Bu nedenle “diyalektik yöntem” bütünüyle düşüncesiz bir anlatımdır. Eğer diyalektik son olsaydı, eğer olumsuzlama son durak olsaydı, salt bir olumsuz ile, hiçlik ile kalırdık. Ama karşıtlık son durak değildir. Karşıtlık dingin değildir ve kendini ortadan kaldırır, çünkü karşıtların karşıtlar olmasının anlamı birbirini ortadan kaldırmalarıdır. Karşıt olan dinginlik içinde durup beklemez. Ve ortadan kalkmış karşıtlık salt olumsuz, salt yokluk değil, olumsuzlamanın olumsuzlaması, ortadan kalkmış karşıtlık ya da olumsuz karşıtlıktır. Bu üçüncü kıpı olumsuzun olumsuzu olarak olumlu birliktir.

 

Karşıtlar birdir, yalnızca ayrılamaz olmaları anlamında değil, ama ikincinin birincide kapsanması ve onunla tam olarak aynı olması anlamında. Ama böyle birlik kendini ortadan kaldırmalıdır. Bu birlik diyalektiğin yadsınması, olumsuzun olumsuzlanması, karşıtlığın ortadan kalkışı ve yeniden olumluya dönüştür.


Evrenin kendisi bir dizgedir. Bu ilkin yeterlidir. Ve "Systems theory views the world as a complex system of interconnected parts" demek biraz fazla konuşmaktır. Dizgenin karmaşık olduğunu söylemek totoloji yapmaktan daha iyi değildir ve bir dizgenin karşılıklı-bağıntılı bir yapı olduğunu bir kez daha anımsatmak söz kalabalığı yaratmaktır.


Evrenin dizge olması evrenin her bileşeninde kavramsal olarak belirli olmasından gelir. Dizgede gereksiz ya da zorunlu olmayan hiçbir bileşen olmadığı için, evrenin dizgeselliği ondaki her bileşenin açıklanabilir olduğu anlamına gelir.


Zorunluk ontolojik olmayı vurgulamayı da gereksizleştirir, çünkü zorunlu olan vardır, çünkü vardır.


Eğer biri “diyalektik yöntem” diye birşeyden söz ediyorsa, ne dediğini bilen biri değildir ve boş konuşmaktadır. “Diyalektik” bir kavramın yalnızca kendisi değil ama ayrıca karşıtı da olduğunu anlatmak için kullandığımız bir terimdir. Anlak buna antinomi, paradoks, çelişki vb. der, ve ondan kaçar. Daha aptal bir anlak ona “yöntem” der ve bir tuhaflık yaratır. Diyalektik karşıtlığı ya da olumsuzlamayı anlatır (olumsuzlama olumlunun olumsuzlamasıdır). Ama diyalektik henüz son değildir ve karşıtlıktaki yanlar birbirini ortadan kaldırmak zorundadır, çünkü karşıtlardırlar. Olumsuzlama kendini olumsuzlar. Bu işin sonudur ve bir kez daha olumluya, ama yeni bir olumluya dönüldüğünü anlatır. Ve yeni olumlu ile yeni bir diyalektik başlar. Kavramın yöntemine ne dersek diyelim, ister kurgul yöntem, ister saltık yöntem diyelim, “diyalektik” yalnızca bütün yöntemde kapsanan olumsuzlama kıpısıdır ve bu nedenle yalnızca olumsuza götürdüğü için sonuçsuz görülmüştür. Açıktır ki ancak bir son olarak görülürse sonuçsuzdur, çünkü naiv düşünce için diyalektiğin sonucu hiçlik olarak görünür.

Gelişim ve Aydınlanma

Aydınlanmanın kötü bir felsefi temeli vardır ve özdeşlik ilkesine sıkı sıkıya sarılarak çelişkiyi varlığın ve düşüncenin sınırı olarak görür. Antinomiler düşüncenin bozulması olduğuna göre, diye düşünür Kant, yadsınmalıdırlar. Özdeşlik ilkesi "gelişme"ye izin vermez çünkü şey kendisi olarak kalmalıdır, çünkü yalnızca kendisidir, yalnızca kendine özdeştir, kendinde karşıtını kapsamaz.


Ama özdeşlik mantığına karşın sık sık Aydınlanmanın "ilerleme"den yana olduğu düşünülür. Bu biraz daha yumuşak bir çelişkidir, çünkü bir dönüşüme yol açmaksızın varolan dizgenin içerisinde pekala ilerleme olanaklı olabilir (örneğin bin yıllarca süren Çin ve Hint kültürlerinde olduğu gibi).


Kant (1724-1804) "Aydınlanma Nedir?" sorusuna yanıt olarak yazdığı bir yazıda despota "boyun eğilmesi" gerektiğini belirtir. Bu bakış açısı demokrasinin sonu ve barışın değil savaşın sürekliliğinin güvencesidir. Locke (1632-1704) gibi, Hume (1711-1776) gibi Aydınlanma önderlerini izleyen bütün bir İngiliz Görgücülüğü insan doğası kavramına karşı savaşımda tutucu doğasını gösterir. İnsan doğası düşüncesi modern toplumsal ve politik devrimin temelinde yatar ve demokrasinin özgürlükçü karakterini belirler. "Doğal yasa" uygunsuz bir terim olmasına karşın, yasanın "tinsel" olmasına karşın, insan usu tarafından yapılan etik normların, yasaların, anayasaların ideal ilkesini anlatır. İnsanın kendi belirlediği modern etik normları bildiğini söylemek gereksiz, çünkü bir totolojidir. Doğal yasanının ya da doğal hakkın anlattığı "evrensel özgürlük" kavramının bilinci insanın yazgısını ilk kez ele geçirmesi ve tarihin kör dövüşünü arkada bırakmanın yoluna girmesi demektir.


Yine, Aydınlanma düşünürleri olarak kuşkucu Kant ve kuşkucu İngiliz Görgücüleri bilgiyi reddetmede ortaktırlar. Kendinde ne olduğu bilinmeyen bir "hak," kendinde ne olduğu bilinmeyen bir "ahlak" ve "etik" insana ideal hak, ahlak ve etiği yadsır, ve onu göreli olanla başbaşa bırakır.

Doğal hak kavramı neyin haklı ve neyin haksız olduğunu ayırdetmenin olanağını sağlayan ideal ölçündür. Evrenseldir, saltıktır, idealdir, ve hiçbir koşul ya da sınır olmaksızın her durumda her insan için geçerlidir — üstelik realite henüz kavrama karşılık düşmese bile. Kavramı realiteden türetmek pozitivist göreliliğin işidir.


Aydınlanmanın bilmeme ilkesi modern etik gelişim ile bağdaşmaz, çünkü modern etik etiğin bilgisi üzerine dayanır ve bunda kendini ön-modern tutucu etik yapılardan ayırır. Ön-modern toplumsal dizgelerde etik bilinçsiz bir alışkanlık sorunudur, bilgi değil (David Hume'un görgücülüğüne göre aslında yalnızca tinin yasaları değil, doğanın yasaları bile bir 'alışkanlık' sorunudur). Ve görgücü bakış açısından etik normlar ve yasalar salt bir uylaşım sorunudur ve her zaman göreli ve öznel kalmak zorundadır. Bu bakış açısından yasa önünde eşitlik ya da hak eşitliği bile kültürel uylaşımlar olarak saltık değil ama göreli normlar olmalıdır. Ama bu paradoksal ya da antinomiktir ve kuşkuculuk tarafından yadsınmalıdır.


Daha yakın zamanların mantıksal pozitivizmi ve analitik felsefesi etiği de bir bilgi konusu olarak görmez ve özgürlük üzerine düşünmeyi bile saçma bulur. Bu "felsefelere" göre, "doğal hak" ve onunla ilgili herşey bir olgu olmadığı ve salt bir "gerek" olduğu, olmayan birşey olduğu için metafiziksel ve öyleyse anlamsızdır.

 

 

Moral Gelişim ve İdeoloji


İdeoloji bir moral sıçrama yaparak insanlığın tarihsel moral geriliğinin yol açtığı kötülükleri yenmeyi ister. Bunun için moral olarak geri kültürden moral olarak eşit ölçüde kötü ve genellikle daha da kötü devrimci organizasyonlar kurar ve zor, şiddet ve terör yoluyla, propaganda ve büyük yalanlar yoluyla süreci kısaltmayı ister. Bu yöntem insan duyuncunun en sonuna çevre tarafından belirlendiğini ileri süren kuramlar ile uyum içindedir. Bunlar insanda gelişmek üzere verili bir gizil duyunç yetisini meteryal olmaması zeminind e reddederler. Materyalizme göre duyunç da “materyal” olmalı, kendini belirlememeli, dışarıdan belirlenmelidir. Bu dışsal rol ideolojik partiye ve onun programına düşer. Ama böyle partinin egemen olmasına izin veren ya da ona boyun eğmeyi seçen bir kültürde aslında belirlenecek bir duyunç da yoktur. Böyle kültürde duyunçsuzluk ya da moral gelişmemişlik aşağı yukarı evrenseldir.


Beethoven / James Last — Romance No 2 (Op. 50)

Beethoven / James Last — Romance No 2 (Op. 50)
   
Piaget'nin ve Kohlberg’in Moral Gelişim Kuramlarının Öncelleri

Piaget'nin keşfettiğini ileri sürdüğü iki evreli moral gelişim süreci gerçekte kültürün doğuşundan bu yana bildiği bir konudur. Erginlik dönemi öncesinde çocuk moral doğrularını ve yanlışlarını çevreden, büyüklerinden, genel olarak dışsal yetkelerden öğrenir, çünkü doğru ve eğri, haklı ve haksız vb. kavramları etkinleşme yolunda olsa da, çocuk henüz bu kavramları doğru kullanacak ve doğru moral yargıda bulunacak denli olgunlaşmış değildir. Bu aşamada sorun doğru ve eğri vb. kavramlarının uygulanması değil, ama onları doğru uygulamanın öğrenilmesidir ve bu süreç çocuğu eğitme, ona kültürel normları tanıtma ve kabul ettirme dönemidir. Piaget ve Kohlberg bu süreci ödül ve ceza ya da baskı ve boyun eğme dönemi olarak nitelerler.


Daha sonra, çocuğun moral gelişmişliğinin az çok tamamlandığı ve moral özerkliğinin ortaya çıkmaya başladığı dönem olarak kabul edilen 16 ya da 18 yaşlarında kültürün normlarının çocuk tarafından özümsendiği kabul edilir. Bu normal olarak karakterin pıhtılaşmasının tamamlanmasıdır.


Bir moral gelişim kuramının erginlik öncesi dönemde tikel olarak nasıl bir moral büyüme sürecinin geliştiğini gözlemesi gerekir. Ve moral gelişim süreci yalnızca çocuğu ilgilendiren bir süreç değildir. İnsanlığın kendisinin erginliğe geçiş dönemi vardır ve bu özgürlük bilincinin evrensel olarak doğmaya başladığı modern evreye karşılık düşer. Modern evrede bütün bir toplum kendi moral sorumluluğunu üstlenmeye başlar ve daha önceki despotik kültür ortadan kalkmaya başlar ve bu evre politik olarak öz-yönetime ya da demokrasiye karşılık düşer.


Asya'da moral gelişim yer almaz, çünkü bu sözcüğün gerçek anlatında dünya tarihinden yalıtılmış kültürler pıhtılaşmıştır. Çin ve Hint kültürleri (ve ayrıca Japon ve geri kalan Uzak Asya kültürleri) İslamik ve Hıristiyan Batı kültürleri ile karşılaşıncaya dek herhangi bir moral değişim göstermezler. Ve ham bir özerk ahlak ile bu karşılaşma yerli kültür için ilkin bozulma ve yıkım demektir.



Çocukluk evresinde moral gelişim tamamlanmaz, ama yalnızca sonlu bir yapılanma içinde katılaşma eğilimine girer. Aslında genel olarak kültürün normları içerisinde moral gelişim tamamlanmaz.


İnsanlığın Tarih sürecindeki moral gelişimi içgüdüsel-doğal davranışlardan etik-toplumsal davranışlara geçişi ilgilendirir.

Piaget’nin Bilgi Kuramı

Piaget'nin bilginin kaynağını inceleyen "türeyişsel epistemolojisi" (épistémologie génétique ou structuralisme génétique) gelişimsel bir bilgi kuramıdır ve bilginin kaynağının insan doğasında yattığını ve bilişsel gelişimin içsel bir kavram geliştirme süreci olduğunu kabul eder. Bu yapısalcı ya da yapılaştırmacı kuramda Piaget Leibniz ve Descartes'ı ve genel olarak rasyonalizmi izler. Ve Kant'ın ve görgücülerin öznelciliğinin tersine, Piaget insanın öznel kavramlarının nesnel realitede de geçerli olduğunu kabul eder. Düşüncede varolan nesnel kavram bağıntıları nesnel olarak realitede de vardır ve realitenin kavramsal yapısının ussallığı realitenin bilgisinin de olanağıdır. Aslında bütün bir görgül bilimler alanı doğal bilincin doğal ve tinsel evreninin özsel ussallığını keşfetme çabalarıdır. Us realiteye orada kendini bulmak için gider.


Çocuklar onların gelecekteki öğrenme ve bilgi edinme süreçleri için bir temel sağlayan bir a priori ansal yapı ile doğarlar. Gelişim bu ansal gizilliğin bir süreç içinde edimselleşmesidir. Bu süreç beyinde salt soyut düşünce işlemleri olarak ve duyu-verilerinden ayrı olarak yer almaz. Nesnel deneyim dünyası ailesel ve toplumsal çevre olarak çocuğun bilişsel gelişim sürecine katılır.


Piaget'nin çözümlemesine göre, bilgi kazanımı ansal bir yapılaştırma (construction) sürecidir. Buna göre çocuk kavramlar ile etkin olarak nesnesine yaklaşır ve nesnel bilgi kazanımı aynı zamanda içsel kavram türeyişi ya da gelişimidir. Çocuk bilinçli kavram çıkarsama sürecinin irdelemesini Mantık Bilimine bırakır, ve kendi bilinçsiz mantıksal-kavramsal gelişimini deneyim dünyasında yerine getirir
.


“I find myself opposed to the view of knowledge as a passive copy of reality.” — Jean Piaget


Çocuk moral dünya görüşünü yalnızca çevreden, yalnızca yetişkinlerden almaz, ama çok erken yaşlarda bile haklı ve haksız, doğru ve eğri konusundaki düşüncelerini kendisi de oluşturmaya başlar. Çocuk getirilen kurallara saygı duyar, ama aynı zamanda yenilikçidir, onları ilksiz-sonsuz gerçekliler olarak görmez ve sık sık yetişkinlerin kuralları ile çelişir.

 

Piaget’nin (1896-1980) Moral Gelişim Kuramı

Piaget'ye göre çocuklarda moral gelişim süreci iki evreden oluşur. Başlangıçta çocuklar moral normları ve yasaları dışsal olarak büyüklerinden alırlar ve onları karşı çıkılmaksızın boyun eğilmesi gereken kurallar olarak kabul ederler. Bu evrede (5-9 yaşlar) çocukların düşünme yolları özerk değildir ve yetkeler tarafından belirlenen kuralları sorgulamaksızın yalnızca uyulması gereken buyruklar olarak kabul ederler ve çiğnemezler. Büyüklerinin egosu onların kendi egosu gibidir ve bu durumda açıktır ki çocuğun moral normları kabulü etmesi için bir tür ön-koşul olarak ileri sürülen "ceza" etmeni bütünüyle ilgisiz ve gereksizdir. Öğretici, biçimlendirici ve kısıtlayıcı kültürel çevre ile çatışma ilkin çocuk moral özerklik ve bireysellik kazanmaya başladığı zaman ortaya çıkar.


Piaget, The Moral Judgment of the Child, s. 48:

“For the child, as for Plato, intellectual creation merges into reminiscence.”


10-11 yaşlarından başlayarak çocuklar bir yetke tarafından belirlenen değiştirilemez kuralları karşılaştırmaya ve onları sorgulamaya yönelirler. Özerk yargılama edimleri duyunç işlevinin gelişmeye başladığını gösterir ve çocuk bir moral görelilik ortamında duyunç yetisini kullanmayı öğrenme sürecine girer. Erginlik çağında çocuğun moral gelişiminin kendi sorumluluğunu üstlenebilecek denli gelişmiş olduğu kabul edilir.



Kohlberg’in (1927-1987) Moral Gelişim Kuramı


Piaget çizgisinde araştırmalar yapan Lawrence Kohlberg çocuklarda moral düşünme süreçleri üzerine yeni bir model sundu. Bu üç evreli gelişim modelinde ilk olarak uylaşım-öncesi evrede çocuklar ödül ve ceza düzeneği üzerine dayanan uslamlama yolu ile moral yargıda bulunurlar. İkinci uylaşım evresinde toplumun kuralları temel alınır. Üçüncü uylaşım-sonrası evrede toplumun kurallarının göreli ve değişebilir olduğu anlaşılır.


Kohlberg başlangıçta 10, 13 ve 16 yaşlarında 72 erkek çocuktan oluşan ve daha sonra sayısı arttırılan bir grup üzerinde görgül örnekleme araştırmaları yaptı ve çocuklardan aldığı yanıtlara dayanarak çocukların moral uslamlama süreçlerini irdeledi. Küçük çocuklar kurallara boyun eğmelerinin açıklaması olarak "ceza" etmenini gösterdikleri zaman Kohlberg bu açıklamayı yeterli saydı. Bu görgül anketleme yöntemi çocukların kendilerinin yorumları üzerine dayanıyordu ve daha sonraki araştırmalar çocukların çok daha erken evrelerde özerk moral yargıda bulunduklarını gösterdi.

 


Kohlberg’in Moral Gelişim Kuramının Çizgesi
Düzlem Bir:
Ön-Uylaşımsal Ahlak
Evre 1: Ceza-Boyuneğme Yönelimli
Evre 2: Araçsal Göreci Yönelimli
Düzlem İki:
Uylaşımsal Ahlak
Evre 3: İyi Çocuk-Güzel Kız Yönelimli
Evre 4: Yasa ve Düzen Yönelimli
Düzlem Üç:
Uylaşım-Sonrası Ahlak
Evre 5: Toplumsal Sözleşme Yönelimli
Evre 6: Evrensel Etik İlke Yönelimli

Kohlberg's Theory of Moral Development


Kohlberg’s Theory of Moral Development
Level One:
Pre-conventional Morality
Stage 1: Punishment-Obedience Orientation
Stage 2: Instrumental Relativist Orientation
Level Two:
Conventional Morality
Stage 3: Good Boy-Nice Girl Orientation
Stage 4: Law and Order Orientation
Level Three:
Post-Conventional Morality
Stage 5: Social Contract Orientation
Stage 6: Universal Ethical Principle Orientation

 

Uylaşım Öncesi Evre (dokuz yaş ve öncesi) "moral" hiçbir ölçüt kapsamazken, ikinci Uylaşım Evresinde çocuk moral ölçütlerini toplumdan alır. Birinci evrede çocuk doğru ve eğriyi ödül ve ceza düzenekleri sonucunda öğrenir (ki bu görüş açıktır ki daha şimdiden İkinci Evreyi kullanır) ve üçüncü etmen olarak "öz-çıkar" öğesi yalnızca benzer olarak çocuğu koşullandırmaya yarar ve yine benzer olarak moral bir imlemden yoksundur. Bu dışsal ödül ve ceza yetkesi tam olarak bu biçimi ile dinler tarafından da kullanılır. Sonuç olarak bu evre moral gelişimin bir evresi değil, moral-öncesi bir evredir.


Uylaşım Evresi
yetişkinin doğru ve yanlış konusunda toplumun moral uylaşımlarını ve yasalarını kabul etme evresidir. Kohlberg'in kuramındaki bu evre de moral normların nasıl türediğini açıklamaz, onların yalnızca hazır verili olarak alındıklarını ileri sürer.


Uylaşım Sonrası Evre
toplumsal normları sorgulama evresi olarak kabul edilir. Bu evre gerçek moral yetkinliğin ortaya çıktığı evredir.

 


Ahlakın ceza sonucunda kazanıldığı, insanın acıdan kaçınmak için doğru olanı kabul ettiği görüşü ilk bakışta paradoksal ya da barbarca görünür. Ortaya çıkan şeyin ahlaktan çok ahlaksızlık olması gerekir, çünkü moral duygu doğal dürtü, itki ya da başka bir güdüye karşı özgür olma gücünü ya da istencini gerektirir. Öte yandan, ceza onu önceleyen bir haksızlığın ortadan kaldırılması olduğu için mantıksal olarak moral yargıyı önceler. Ama Kohlberg'in ilgilendiği nokta bu değildir.
Moral Belirlenimlerin Göreliliği

Ahlak temelde kültür ile göreli değildir. Moral türlülük genel olarak moral iyi ve kötü kavramlarının herşeye yüklenebilir olmasına bağlıdır. Tıpkı genel olarak hak kavramının evrenselliğinin onu her nesneye yüklenebilir olmaya götürmesi gibi, iyi ve kötü evrenselleri de herşeye yüklenebilir. Kültürler yalnızca tinsel olmayan doğa nesnelerine değil, bütün bir boşinanç alanının nesnelerine de moral nitelik yüklerler. Ve örneğin Voltaire gibi bir Aydınlanma düşünürü bile Portekiz depremine moral iyi ve kötü kavramlarını uygulayarak Leibniz'in bu dünyanın olanaklı en iyi dünya olduğu önermesini çürütmeye çalışır.


Moral belirlenimlerin bu tikelleşmeleri (herhangi birşeyin iyi ya da kötü, doğru ya da eğri, haklı ya da haksız olarak görülmesi) ahlaka görelilik görünüşünü verir. Ama tüm bu tikelleşmelerde tikelleşen şey evrenseldir. İyi ve kötü kavramları soyut olarak alındıklarında saltıktırlar, göreli değil. Görelilik bir ilişki belirtir. Bir kavramı ilişkisiz olarak ya da kendinde alırsanız göreli olmaktan çıkar ve o zaman bağlantısız, bağıntısız, soyut ya da saltıktır.


Moral gelişim süreci bir yandan içsel olarak insan doğasının belirlilik kazanması iken, öte yandan bu belirli yapı dışsal olarak ailesel ve toplumsal çevrenin belirlenimlerinin bir yeniden üretimidir. Bu çevrenin kendisinin kültürel geriliğinden ötürü, çocuğun insan doğası kaçınılmaz olarak hasarlı gelişir.

 

 

Moral Belirlenimlerin Gelişimi

Moral gelişim moral iyi ve kötü, doğru ve eğri, haklı ve haksız kavramlarının kendilerinin geçerli olarak uygulanmasını ilgilendirir. Bu gelişimin ereği gerçekten haklı olanın haklı olarak, gerçekten iyi olanın iyi olarak, gerçekten doğru olanın doğru olarak yargılanmasının öğrenilmesidir.


Gerçekten iyi, haklı ve doğru olan iyi, haklı ve doğru olanın kendileridir. Bunlar evrensellerdir ve bu nedenle bütün bir tikel ya da göreli iyiler alanı gerçekten iyi, doğru ve haklı olmaktan uzaktır.


Mezhep savaşlarında Katolik Hıristiyanın mı yoksa Protestan Hıristiyanın mı haklı olduğuna karar verilemez, çünkü ikisi de haksızdır, ikisinin de "iyi" olması gereken nesnesi iyi ya da kötü değildir çünkü böyle bir nesne varoluş taşımaz.

 

Moral Ruhbilim ve Ahlak Felsefesi

Freud üst-bene moral bir işlev yükler. Baskılanmış yaşantıların bilinçsiz bir ruhsal alanı olarak süperego dinamiktir, uykuda değil, ve insan davranışını belirleme sürecine katılır. Ama eylemine değil. Üstben bilinçsizdir, öznenin bilincinin altında ya da dışında etkindir, ve genel olarak engelleyici bir işlevi vardır, kişiyi yasaklar, tabular vb. ile durdurur. Ama salt bu engelleyici olma niteliği üstbenin duyunç ile özdeşleştirilmesi sonucuna götürmemelidir, çünkü duyunç özgürlük iken, üstben dürtülerin başatlığını anlatır.


Üstben yalnızca görünürde bir moral işlev taşır. Ama moral yargının baştan sona bilinçli olması ölçüsünde, üstben en azından ahlak-dışıdır, ve kişiyi doğru eylemi yerine getirmede engellediği zaman açıkça ahlaka-aykırı olur.

Süperego ya da ego ideali eleştirel işlevinde bilinçsiz suçluluk duygusunun kaynağıdır. Bu işlev de ahlak ile ilgili görünür, ama yalnızca olumsuz olarak ilgilidir ve haksız bir suçlama olmasında gerçekte ahlaka aykırıdır.


Freud olağan kavramlar yerine sık sık ilgisiz ve yanlış simgesel sözcükler kullanmayı yeğledi. Bu biçimcilik onu bilinçsiz suçluluk duygusu gibi özsel ve önemli bir kavramı moral belirlenimin kaynağı olarak görmeye de götürdü. Bunun dışında, örneğin "ego" bütünüyle genel bir kavramdır ve ona genel olarak anlama ve uslamlama gibi yetileri yüklemek gereksiz ve yanıltıcıdır. Yine, içgüdüleri anlatmak için sanki bunlar bilmecemsi birşeymiş gibi "das Es" ya da "O" sözcüğünün kullanılmasının hiçbir anlamı yoktur. Yeni doğmuş bir bebeğin anlığı bütünüyle "id-yüklüdür" ve "id hiçbir ahlak bilmez" gibi anlatımlar bilimsel olmaktan çok yazınsal olarak ilgi çekici anlatımlardır. Hiç kuşkusuz bu doğru bir nokta, ama ancak içgüdünün pozitif bir moral işlevi olduğunu ileri süren birine karşı vurgulanabilecek bir noktadır (örneğin "haz" ve "acı" duygularını ahlakın temel belirlenimleri yapan John Locke ve David Hume gibi görgücülere).


Bebek ilkin doğal içgüdüleri ile davranır, henüz düşünce kategorileri gelişmemiştir ve kültürel kuralları ve normları daha sonra öğrenecektir. Piaget ve Kohlberg bu aynı gelişim sürecini bir süperego kavramı olmaksızın irdelerler. Süperego bir baskı kaynağı olduğu için kimi durumlarda iyileştirilmesi gerekli olur. Ama toplumsal ya da kültürel normlar "alışkanlık" oldukları zaman, nedenleri ya da kökenleri tarihsel olarak bilinmese de bunlarda patolojik birşey yoktur ve normal olarak bir insana sorgulanmayan alışkanlığının usdışı olabileceğini söylemek onu alışkanlığı sorgulamaya ve terk etmeye götürmek için yeterlidir.

     

     

 

 

 

 

İdea Yayınevi Site Haritası | İdea Yayınevi Tüm Yayınlar
© Aziz Yardımlı 2017-2018 | aziz@ideayayinevi.com