Video (3)
Etik ve Küreselleşme / CKM 2017-18
Aziz Yardımlı

 

Etik ve Küreselleşme / CKM 2017-18 (3)


 

 

Etik ve Küreselleşme / 2018.06.28 CKM

Etik ve Küreselleşme — 2018.06.28



Çaykovski / James Last — Romance in F Minor, Op. 5

Çaykovski / James Last — Romance in F Minor, Op. 5


   

" Uluslarüstü Güç" Terimi Bir Oxymorondur

 

"Uluslarüstü Güç" Terimi Bir Oxymorondur

Birleşmiş Milletler bir ‘devlet’ değil, devletler üstü bir güç de değil, hükümetler-arası bir organizasyondur. 193 üyeli Birleşmiş Milletlerin bir istenci yoktur ya da dilersek minimalist bir istenci vardır, çünkü kanatları altında birleşenler yalnızca "uluslar" değildir. Demokrasileri zemininde ulusların bir olmaları ya da birleşik ya da birleşmiş olmaları bütünüyle ussal ve bütünüyle haklı iken, BM'de "ulus" olmayan kendilikler de temsil edilir. Sözde "birleşenler" arasında tiranlar, diktatörler ve despotlar da bulunur, ki bunların karakteri birincil olarak birleşmemek, bir çokluk ya da daha iyisi sorunlarını gürültü patırtı ile olmanın dışında çözemeyen bir güruh oluşturmaktır.

Birleşmiş Milletler istençsizdir çünkü istenç genel olarak birdir. BM pre-modern ya da post-modern bir kültürel-çoğulculuk karakterini taşır ve teokrasileri, monarşileri, saltık monarşileri demokrasiler ile aynı düzeye koyar. BM uluslarüstü bir güç değildir, çünkü bir istenç olmadığı için herşeyden önce bir güç değildir. Yirminci yüzyılın son büyük trajedileri karşısında bile yalnızca seyirci kalmıştır. BM evrensel insan haklarını ciddiye almaz, çünkü yasa egemenliğini çiğneyen tiranların kendileri örgütün üyeleridir. Yasal göreliliği, moral göreliliği ve etik göreliliği bir kültürel-çoğulculuk tininde kaynaştıran organizasyonun adı bile yanlıştır. "Birleşmiş Milletler" adı bir uydurmadır.

Bir istenç olarak egemenlik birdir ya da bölünemezdir ya da devredilemezdir. Ulus salt özgür olduğu için egemendir çünkü üzerinde hiçbir güç tanımaz. Ya da ulusun tanıdığı biricik güç kendi istencidir ve ancak ideal biçimine dek gelişmiş bu istenci paylaşan küresel-evrensel bir etik yapı ulusun egemenliğini çiğnemeksizin onu evrensel egemenliğe yükseltir. Gerçek egemenlik özgür istencin evrensel egemenliğidir. Küreselleşme egemenliğin yitişi değil, gerçek egemenlik olarak realite kazanmasıdır.

Tarihsel olarak, imparatorluklar da egemendir ve kendi üstlerinde hiçbir gücü tanımazlar. İmparator ayrıca kendi nüfusu üzerinde de güçtür, yalnızca onun istenci vardır ve altındaki bütün bir kalabalık istençsiz, güçsüz bir uyruklar yığınıdır. Bu tekil istenç ya da tek-erk karşıt istenç ile karşılaştığında ve egemenliği tanınmadığında, bu ancak zor yoluyla çözülebilecek bir sorundur. Tekerklerin egemenliği savaşı kaçınılmaz ve sürekli kılar. Ön-modern dönemde güç haktır.

Ulpian (İS 170- 223): Roma İmparatoru ve Yasa

Ulpian (İS 170- 223): Roma İmparatoru ve Yasa

The Roman jurist Ulpian observed that:[7]

  • The people transferred all their imperium and power to the Emperor. Cum lege regia, quae de imperio eius lata est, populus ei et in eum omne suum imperium et potestatem conferat (Digest I.4.1)
  • The emperor is not bound by the laws. Princeps legibus solutus est (Digest I.3.31)
  • A decision by the emperor has the force of a statute. Quod principi placuit legis habet vigorem. (Digest I.4.1)

Ulpian was expressing the idea that the Emperor exercised a rather absolute form of sovereignty, that originated in the people, although he did not use the term expressly.



Ulpian'ın betimlediği "egemen" bir imparatordan çok bir "tiran"dır. Bir evrensel olan yasa değil, ama bireysel insandır.

Saltık egemenlik tiranlık değildir, çünkü egemenlik tekil bir bireyin tekil gücünü değil, bir devletin, bir evrenselin gücünü anlatır. Bu güç kendini yasada bildirir ve yasa zorunlu olarak evrenseldir. Dahası, tekerk yeryüzünde her durumda tanrısal olarak görülen hakkın temsilidir, haksız olanın değil.

Egemenlik tekerkin halk tarafından tanınmasına bağlıdır ve tekerkin istencinden, ama eşit ölçüde halkın istençsizliğinden oluşur. Tekerkin istenci halkın istençsizliğinden başka birşey değildir.

 

 

 



 

 

"One source claims that 14,500 wars have taken place between 3500 BC and the late 20th century, costing 3.5 billion lives, leaving only 300 years of peace (Beer 1981: 20).” (Understanding International Law, s. 212; Conway W. Henderson.)

Bu rakam abartmalı göründüğü için, bir başka hesaplamaya göre sayı İÖ 3500 ve İS 2000 arası için 1.640.000.000 kadar olmalıdır. ( For comparison, an estimated 1,680,000,000 people died from infectious diseases in the 20th century.) (LINK: W)

 

Ölüm Sayısına Göre En Büyük Savaşlar

Ölüm Sayısına Göre En Büyük Savaşlar

Deaths
(millions)
Date War
60.7–84.6 1939–1945 World War II (see World War II casualties) [38][39]
60 13th century Mongol Conquests (see Mongol invasions and Tatar invasions)[40][41][42]
40 1850–1864 Taiping Rebellion (see Dungan revolt)[43]
39 1914–1918 World War I (see World War I casualties)[44]
36 755–763 An Shi Rebellion (death toll uncertain)[45]
25 1616–1662 Qing dynasty conquest of Ming dynasty[37]
20 1937–1945 Second Sino-Japanese War[46]
20 1370–1405 Conquests of Tamerlane[47][48]
16 1862–1877 Dungan revolt[citation needed]
5–9 1917–1922 Russian Civil War and Foreign Intervention[49]

 




 



 Ulus, Egemenlik, Özgürlük — 1

 

   Ulus, Egemenlik, Özgürlük — 1

Ulus özgürdür ve bu özgürlük

  • evrensel insan hakları,
  • duyunç özgürlüğü ve
  • yasa egemenliği olarak belirli ve somuttur.


Ulus tüze, ahlak ve etik alanlarında ereğine doğru özgürce büyüyen tinselliktir. Özgürlük tüm etnik, ırksal, dinsel, dilsel, yerel, sınıfsal, geleneksel, kültürel vb. ayrımları silen direnilmez güçtür, çünkü istençtir. Tüm bu tarihsel türlülük evrensel insan doğasına ilgisiz geçici ve sonlu şekillerin bir yığınıdır ve dünya tarihinin posasını oluşturur.

Ulus duygusu geri ve tikel bir etnik, yerel, bölgesel, vb. duygu değil, evrensel bir yükseklik duygusudur. Ulus özgürlüğünden ötürü her zaman akıştadır ve ideal ulusun realitesine doğru, evrensel insanlık ve uygarlık duygusuna doğru gelişimdedir.

Ulus saltık olarak egemendir çünkü özgürdür. Ulusal istenç salt bir istenç olduğu için erekseldir ve bu olgu ulusun kendisini bir süreç yapar. Ulus sürekli ereksel değişim ve gelişimdir. İstencin ereği özgürlüğün tam açınımını olarak, kavramına uygun Aile, Toplum ve Devlet olarak gerçek etik yapıdır. (Etik soyut hak ve ahlak belirlenimlerini kapsar ve somuta çevirir). İstencin ya da özgürlüğün evrensel karakteri gelişimini genel olarak türlülüğün ötesine, türdeşliğe doğru belirler. Etik gelişimin ereği küresel ya da türdeş etiktir, çünkü erek idealdir. Bir kültürel çoğulculuk olarak uluslar kalabalığını ideal normlarda türdeşliğe, evrensel dünya kültürüne, küreselleşmeye doğru geliştiren etmen istencin kendisidir. Özgürlük yalnızca özgürlüğe gereksinir ya da istenç kendini belirleyen ustur. Özgürlük insan doğasının sonlu, tarihsel alandaki özsel belirlenimidir.

Ulusun öndere gereksinimi yoktur, çünkü ulus koşulsuz olarak egemendir. Güçlü öndere ise hiç gereksinimi yoktur, çünkü ulusun istenci biricik güçtür. Demokraside önderin hiçbir gücü ve dolayısıyla hiçbir yeri yoktur.

Demokraside "güçlü önderlik" hiçbir realitesi olmayan bir megalomanyadan, hastalıklı bir yanılsamadan başka birşey değildir. Despotik kültürün bir artığıdır ve doğallıkla modernleşme sürecindeki toplumun yalnızca korkak ve onursuz kesimi tarafından kabul edilir. Bu nedenle gücü korkaklık ve kölelik üzerine dayanır ve yalnızca yalancı bir güçtür. Modern toplumda "önderlik" pozu doğrudan doğruya kişinin güçsüzlüğünü ve tiranlık özlemini ele verir.

Yurttaş Toplumu bir kullar toplumu değildir ve onda tüm bireyler özgür, tüm bireyler güçlü, eş deyişle tüm bireyler güçsüzdür. Demokraside gücün kendisinden daha değersiz ve daha gereksiz birşey yoktur. Orada güçlü önder değil, insan değil, yasa yönetir, ve yasa biricik egemen olan ulusun istencidir.

Evrensel Dünya Tarihinin ereği ona katılan ulusların ya da devletlerin evrensel özgürlük bilincini kazanmalarıdır. Bu bilinç, istencin kendisinin öz-bilinci olarak, aynı zamanda dolaysızca edimselleşmedir. Özgürlük edimselleşme için yalnızca özgürlüğe gereksinir.

Ulusal duygu ancak etik gelişmişlik koşulunda olanaklıdır. Ancak moral olarak gelişmiş düzgün insanlar birbirlerine güven duyabilir ve bir ortak duyguda uyum ve barış içinde varolabilirler. Despotik kültürde moral gelişim yoktur, çünkü duyunç özgürlüğü yoktur. Kabilecilik, bölgecilik, mezhepçilik, gelenekçilik, kayırmacılık vb. gibi yalancı değerlerin tanımladığı bir kültürel-çoğulculuk ancak boyun eğen uyrukların geçimsiz, verimsiz, uyuşuk kalabalığı olarak varolabilir. Yalnızca düşmanlıkları örtmeye yarayan hoşgörü ve bastırılmış nefretler temelinde olanaklı olan kültürel-çoğulculuk yaşamı etik yaşam adını hak etmez. Etik yaşam evrensel özgürlük bilinci temelinde dürüst, açık, saydam bir güven yaşamıdır.

“Köle etiği,” “kul etiği,” “uyruk etiği” diye bir kavram henüz icat edilmiş değildir.

Despotik kültür türdeş bir bütün oluşturmaz. Aşağı yukarı bütünüyle yalıtılmış ve kendi içine kapanmış parçalardan oluşan bu kültürün karakterini yerellik belirler ve bu alışkanlık yapısı daha sonra kent yaşamında "bölgecilik" olarak ve daha başka ayrımcılık biçimleri olarak ortaya çıkar. Yine, atalar, ortak geçmiş, gelenekler, mitler gibi öğeler çevresinde oluşan etnik gruplarda kökene bağlılık da salt bilinçsiz bir alışkanlık sorunudur ve yerellikte diretmede ve değişim ve gelişime direnişte sonuçlanır.

Yunanca (ethnos/ἔθνος sözcüğü "sürü," "yığın," "kalabalık" demektir ve kökeni ἔθω (étho/"alıştım") sözcüğüdür.

 



 Ulus, Egemenlik, Özgürlük — 2

 

   Ulus, Egemenlik, Özgürlük — 2

Ulusun karakterinin özgürlük tarafından belirlenmesi ölçüsünde ulus modern dönemin realitesidir. Ön-modern despotik dönemde halklar, kitleler, yığınlar vardır. Yurttaş değil ama salt uyruk vardır. İmparatorluk özgürlük bilincinden, haklarının bilincinden, duyunç özgürlüğünden yoksun bir uyruklar nüfusunu politik bir bütüne, yasa egemenliği ile belirlenen bir devlete dönüştürebilecek biricik formüldür. İmparatorluğun yönettiği halklar ulus değildir. Ön-modern dönemde Helenik kent-devletlerinde ve Roma Cumhuriyetinde demokrasinin sınırlı olmasının nedeni özgürlük bilincinin evrensel değil bölümsel olmasıdır. Hiçbir zaman yalnızca birin, yalnızca İmparatorun özgürlüğünden ve egemenliğinden daha ötesini tanımamış olan despotik Asya'nın tersine, Helenik kent-devletlerinde ve Roma Cumhuriyetinde nüfusun bir bölümünün özgürlüğü kabul edilir. Evrensel insan hakları ya da evrensel özgürlük bilinci, tüm insanların eşit olduğunun bilinci tarihsel olarak ilkin Avrupa'da doğdu. Bu kavrayışın ortaya çıkışı dinin din kavramına uygun olarak yapılanması ile, modern aile, toplum ve devlet biçimlerinin doğmaya başlaması ile aynı şeydir.

Ulustan başka bir gücün, bir tekerkin, bir partinin, bir önderin vb. gücünün olduğu yerde ulus yoktur.

Ulusun egemenliği uluslar-üstü bir gücün tanınmaması demektir. Ulus güçtür ve özgürlük ulusun gücünün saltık olması demektir. Uluslar bir üst yasama gücü altında duramazlar.

"The nation-state is one where the great majority are conscious of a common identity and share the same culture " - UNESCO


"Ortak kimlik" ve "özdeş kültür" terimlerinde verilen bu tanım pekala klanlara, kabilelere, genel olarak kitlelere vb. de uygulanabilir. İnsanlığın küresel kültürünü temsil etmesi gereken kurumlar henüz yerellik tinini aşabilmiş değildir.

 

Ulus özgür olduğuna göre, insan haklarını evrensel olarak tanır ve bir özdeş istençler dünyasında savaş olanaksızdır. Savaş Dünya Tarihinin ön-modern evresine aittir. Şiddet tikel istencin başka tikel istenç ile çelişkisinin çözümüdür. Düşmanlık genel olarak istenç ayrımıdır — ayrımın içeriği ne olursa olsun.

Ulus-devlet ‘toplum’ değildir, ve yurttaş kendi istencinden başka birşey olmayan devleti ile sözleşme yapmaz.

Ulus-devlet toplum değildir. Ve "toplumsal sözleşme" kuramı ya da bireyin devlet ile sözleşme yapması kuramı bireyin yasa karşısında keyfi olabileceği varsayımı üzerine dayanır. Ama yasa yurttaş olarak bireyin kendi istencinden ve özgürlüğünden başka birşey değildir.

Ulus saltık olarak egemendir çünkü özgürdür. Eğer ulus varsa güç ulustadır. Güçsüz bir ulus hiçbirşeydir. "Ulus saltık olarak egemendir" önermesi bir "gerek" önermesi değil, bir "olgu" önermesidir.

İstenç ve egemenlik birdir. Özgürlük ve egemenlik birdir. Güç ve egemenlik birdir. Bu nedenle bir ulusun varlığı onun özgürlüğü ya da bağımsızlığıdır. Bağımsızlık yoksa egemenlik yoktur ve ulus da yoktur. Bu bağıntı "Ya bağımsızlık, ya ölüm" ilkesinde anlatılan istençtir.

 

 



Moral Gelişim

Moral gelişim insanın moral geriliğini imler.


Moral gelişim süreci moral geriliği kapsar. Tarihsel ve küresel ölçeklerde düşünüldüğünde, dünya-tini moral olarak gelişmekte olduğu ölçüde kaçınılmaz olarak moral gelişmemişliğini sergiler. Duyuncun gelişmeye programlanmış bir yeti olması ölçüsünde bu ancak doğal olabilir. İnsanın eylemlerinin moral değerini belirlemesi eylemlerin kendilerini varsayar ve bu eylemlerin moral yargısı arkadan gelir. Önemli olan gelişmenin olanağını, özgür istenci kazanmış olmaktır. İnsan gelişimi herşeyden önce bir özgürlük, bir istenç sorunudur. Tutucu kültürlerde ne genel olarak gelişim ne de moral gelişim problemi vardır.

Özgürlük genel olarak insanın istençli-bilinçli olarak eylemde bulunması demektir. İstenç saltık olarak bilginin eşliğindedir ve kendini yargılayan istenç duyunçtur.

Moral görecilik moral değildir
ve
moral görelilik kültürün olağan durumudur.

Tarihteki ahlaksal türlülükten ve görelilikten saltık ya da ideal ya da gerçek ahlakın olanaksızlığı vargısını çıkarmak için İdeayı anlamamak yeterlidir.

Evrensel ahlakı, duyunç özgürlüğünün evrenselliğini reddetmek için insan doğası kavramını reddetmek yeterlidir. "Tüm insanlar özgür doğar" yerine, "Kimi insanlar özgür doğar" demek yeterlidir.

Göreli olmayan ahlak, saltık ahlak evrensel İyinin doğrulanmasıdır ve duyuncun duygusal itkisinin bu İyi İdeasına yönelik olduğunu anlatır.


İstencin istediği herşey iyidir ve istenç kötü olanı isteyemez.

Sorun İstencin belirli iyiyi ve belirli kötüyü doğru yargılamasıdır. Bu yine Duyunç olarak istencin kendisinin işidir.


Duyunç ancak özgür olduğu zaman, ancak içsel olarak büyüyebilir. Dışsal moral yetke duyuncu yalnızca köreltir. Bu nedenledir ki hiçbir din, hiçbir Tanrı korkusu, hiçbir kategorik imperativ insanları ahlaklı yapmayı başaramaz. Ancak inanç insanın tinsel büyüklüğünü nesnesi olarak aldığı zaman moral karakter gelişmeye başlar.

 

İnsan duyunç yetisi ile doğsa da, başlangıçta yeti henüz salt gizildir ve edimselleşmelidir. Çocuklar ilkin yalnızca doğal dürtüler ile davranışlarda bulunurlar ve doğal içgüdüsel davranışlarına doğal olarak hiçbir sınır bilmezler. Eğitimin çocuğa ilk olarak içgüdüler üzerindeki sınırlamaları öğretmesi ve onun doğallığını tinselliğe yükseltmeye başlaması gerekir. Piaget ve Kohlberg gibi ruhbilimcilere göre bu eğitim ceza ve boyun eğme düzenekleri ile sağlanır. "Ceza" bir "suçu" gerektirir, ve hiçbir uygar tüze dizgesi moral olarak olgunlaşmamış çocuğun suç işlediğini kabul etmez. Ve "boyun eğme" ise köleler ve korkaklar yetiştirmede sonuçlanır.

Ceza yoluyla boyun eğdirmenin kendisinin moral bir nitelik taşımadığı kendiliğinden açıktır. Kültür insan doğası üzerinde çalışır, ama kültürün insan doğasına verdiği belirli şekil ilkin yetersiz, sonra sık sık baştan sona hasarlıdır.

"Doğal özgürlük" ilkin çocuğun haksız sayılanı, yanlış sayılanı, genel olarak kötü sayılanı yapması demektir ve bu düzeye dek böyle özgürlük henüz kavramına uygun özgürlük değildir. İnsan "kişiliği" ilkin içgüdülerinin engellenmesi ile şekillenmeye başlar. Ve doğal içgüdülerin tinsel istenç tarafından biçimlendirilmesi ya da kültürel biçimler ile örtülmesi içgüdünün birincilliğinden istencin birincilliğine geçiş olarak özgürlüktür. Bu "özgürlük" içgüdünün baskılanması değildir, çünkü "baskı" bilinçsiz engellemeyi anlatırken, kültürel engelleme bilinçsiz değildir. Ancak içgüdülerin acı verici yaşantılar sonucunda engellenmesi "baskı" kavramı altına düşer, çünkü acılı yaşantılar bilinçaltına atılırlar, anımsanmaları ve acılı deneyimlerin sürekli olarak yeniden yaşanmaları önlenir, ve bundan böyle orada bilinçsiz olarak işlerler. Bilinçaltı dinamiktir. İçgüdüyü engeller, ama bu engelleme bilinçsizdir.

 

Haklı, doğru ve genel olarak iyi olmak için açıktır ki haksız, yanlış ve genel olarak kötü olan da bilinmelidir. Bu bilgi içsel ya da dışsal kaynaklı olabilir. İçsel olarak moral yargının kaynağı duyunç yetisidir. Dışsal olarak başkalarının duyuncudur.

Ön-modern despotik gelenek döneminde moral doğrular insana dinsel ve dışsal yetkeler tarafından verilir. Özgürlük kültüründe moral normlar özgür insanların kendi duyunçları tarafından belirlenir.

Moral Belirlenim ve Çevre

Çocukta moral gelişimin ya da doğruyu ve eğriyi ayırdetme yetisinin ilkin çevre tarafından belirlendiği söylenir. Bu açıklama yetersizdir, çünkü gelişecek olan gizilliği algılamaz. Çocukta belirlenecek ya da tikelleşecek bir evrenselin olması olgusu bir yana, çevrenin kendisinin moral belirlenimlerini nasıl kazandığı sorusu ortada kalır. Moral gelişimin çevre tarafından belirlendiğini ileri süren kuramlar moral gelişimi açıklamada moral gelişimin kendisini kullanırlar. (Kohlberg'in ahlak kuramında birinci ve ikinci evreler daha önceden hazırlanmış olan uylaşımları varsayar. Bu nedenle gerçek bir moral gelişim kuramı olmaktan çok, moral normların kuşaktan kuşağa aktarımını açıklayan bir kuramdır.)

 

Gelişim ve Diyalektik

Gelişim kavramı genel olarak bir gizilliğin ya da potansiyelin edimselleşmesini anlatır ve bu olgu onu hemen teleolojik yapar. Oluş ortaya çıkıştır — kendinde varolanın ortaya çıkışı. Gelişim kavramı salt oluş kavramının bir hedef ya da telos imleyen daha yüksek, daha belirli biçimidir. İlerleme kavramı da bir hedefe doğru değişimi imler, ama ilerleme gelişime göre daha genel ya da daha soyuttur ve doğrusal ya da aşamasız olanı da anlatır. Gelişim kavramının aşamalı ya da evreli olması onda bir evreyi izleyen ikinci bir evrenin de kendinde kendi karşıtını kapsadığını ya da kendinde kendi karşıtı olduğunu imler. Gelişim sürecinin her aşaması öncekini negatif olarak kendinde kapsadığı için ondan daha yüksektir. Yalnızca kendi özünlü diyalektiğinin ürünü olan bu kesintisiz tikelleşmeler süreci erek olarak evrenselde tamamlanır.

Genel olarak oluş ve özel olarak değişim, başkalaşım, ilerleme, süreç, evrim, gelişim, vb. gibi oluşun her bir tikel kipi özsel olarak diyalektiğin bir sergilenişi ya da işlevidir. Birşey ancak kendinde olduğu başka birşeye, onu kendisi olarak ortadan kaldıracak ve bu yolla kendisi ortaya çıkacak olan başkasına değişebilir. Çocuk kendinde yetişkindir, ve karşıtına geçerek yetişkin olduğu zaman çocuk olarak ortadan kalkar, yetişkin olur. Moral gelişim benzer olarak insan doğasının ya da özünün salt doğal olmaktan doğalın karşıtı olan tinsele geçişidir. Moral büyümede ana evreler sürecin kendisi tarafından tanımlanır ve erginlik öncesi ve erginlik dönemleri ruhbilimsel moral gelişim kuramlarında temel alınan başlıca evrelerdir.

Herşey akıştadır dendikten sonra Whitehead'ın yaptığı gibi herşeyin “süreçte” olduğunu keşfetmek çok da gerekli değildir. Yine, “‘becoming’ is a creative advance into novelty” boş bir anlatımdır, çünkü “oluş” genelliği içinde henüz belirli içerik kapsamaz, ve “yaratıcı bir ilerleme” olmak, “yeniliğe ilerleme” olmak oluşun daha yüksek kipleridir ve her biri oluşu kapsar. Ayrıca "oluş bir ilerlemedir" demek mantıksız olduğu için kulağa saçma ya da anlamsız da gelir. Ama sıradan anlak bütün bir metinler alanında özellikle anlamsız olan üzerinde yoğunlaşmaya bayılır. Çünkü anlamamasının sorumlusu kendisi değildir.



Maslow'un gelişim kuramı yetilerin gelişimini bir "gereksinim" olarak, ve gereksinimlerin tam doyumunu gelişimin ereği olarak almada naivdir.

 

Gelişim ve Aydınlanma

Aydınlanmanın kötü bir felsefi temeli vardır ve özdeşlik ilkesine sıkı sıkıya sarılarak çelişkiyi varlığın ve düşüncenin sınırı olarak görür. Antinomiler düşüncenin bozulması olduğuna göre, diye düşünür Kant, yadsınmalıdırlar. Özdeşlik ilkesi "gelişme"ye izin vermez çünkü şey kendisi olarak kalmalıdır, çünkü yalnızca kendisidir, yalnızca kendine özdeştir, kendinde karşıtını kapsamaz.

Ama özdeşlik mantığına karşın sık sık Aydınlanmanın "ilerleme"den yana olduğu düşünülür. Bu biraz daha yumuşak bir çelişkidir, çünkü bir dönüşüme yol açmaksızın varolan dizgenin içerisinde pekala ilerleme olanaklı olabilir (örneğin bin yıllarca süren Çin ve Hint kültürlerinde olduğu gibi).

Kant (1724-1804) "Aydınlanma Nedir?" sorusuna yanıt olarak yazdığı bir yazıda despota "boyun eğilmesi" gerektiğini belirtir. Bu bakış açısı demokrasinin sonu ve barışın değil savaşın sürekliliğinin güvencesidir. Locke (1632-1704) gibi, Hume (1711-1776) gibi Aydınlanma önderlerini izleyen bütün bir İngiliz Görgücülüğü insan doğası kavramına karşı savaşımda tutucu doğasını gösterir. İnsan doğası düşüncesi modern toplumsal ve politik devrimin temelinde yatar ve demokrasinin özgürlükçü karakterini belirler. "Doğal yasa" uygunsuz bir terim olmasına karşın, yasanın "tinsel" olmasına karşın, insan usu tarafından yapılan etik normların, yasaların, anayasaların ideal ilkesini anlatır. İnsanın kendi belirlediği modern etik normları bildiğini söylemek gereksiz, çünkü bir totolojidir. Doğal yasanının ya da doğal hakkın anlattığı "evrensel özgürlük" kavramının bilinci insanın yazgısını ilk kez ele geçirmesi ve tarihin kör dövüşünü arkada bırakmanın yoluna girmesi demektir.

Yine, Aydınlanma düşünürleri olarak kuşkucu Kant ve kuşkucu İngiliz Görgücüleri bilgiyi reddetmede ortaktırlar. Kendinde ne olduğu bilinmeyen bir "hak," kendinde ne olduğu bilinmeyen bir "ahlak" ve "etik" insana ideal hak, ahlak ve etiği yadsır, ve onu göreli olanla başbaşa bırakır.

Doğal hak kavramı neyin haklı ve neyin haksız olduğunu ayırdetmenin olanağını sağlayan ideal ölçündür. Evrenseldir, saltıktır, idealdir, ve hiçbir koşul ya da sınır olmaksızın her durumda her insan için geçerlidir — üstelik realite henüz kavrama karşılık düşmese bile. Kavramı realiteden türetmek pozitivist göreliliğin işidir.

Aydınlanmanın bilmeme ilkesi modern etik gelişim ile bağdaşmaz, çünkü modern etik etiğin bilgisi üzerine dayanır ve bunda kendini ön-modern tutucu etik yapılardan ayırır. Ön-modern toplumsal dizgelerde etik bilinçsiz bir alışkanlık sorunudur, bilgi değil (David Hume'un görgücülüğüne göre aslında yalnızca tinin yasaları değil, doğanın yasaları bile bir 'alışkanlık' sorunudur). Ve görgücü bakış açısından etik normlar ve yasalar salt bir uylaşım sorunudur ve her zaman göreli ve öznel kalmak zorundadır. Bu bakış açısından yasa önünde eşitlik ya da hak eşitliği bile kültürel uylaşımlar olarak saltık değil ama göreli normlar olmalıdır. Ama bu paradoksal ya da antinomiktir ve kuşkuculuk tarafından yadsınmalıdır.

Daha yakın zamanların mantıksal pozitivizmi ve analitik felsefesi etiği de bir bilgi konusu olarak görmez ve özgürlük üzerine düşünmeyi bile saçma bulur. Bu "felsefelere" göre, "doğal hak" ve onunla ilgili herşey bir olgu olmadığı ve salt bir "gerek" olduğu, olmayan birşey olduğu için metafiziksel ve öyleyse anlamsızdır.

 

Dizge ve Diyalektik

Dizge bileşenleri zorunlu olan bütündür. Zorunluk mantıksal olarak başka türlü olamayanı anlatır.

Kavramsal dizge yöntemli olarak kurulur ya da yöntem dizgenin kendisi ile bir olan biçimdir. Kavram belirlidir ve belirlilik olumsuzlamadır. Kavramın olumsuzu ile ya da karşıtı ile birliğinin bilinci "kavramın karşıtına geçişi" olarak anlatıldığında diyalektik dediğimiz zorunlu bağıntı formüle edilmiş olur. İlk kıpı salt olumlu analitik kıpıdır. Bu soyutlama yanlıştır, böyle birşey yoktur ya da gerçek değildir, çünkü olumlu ancak olumsuzu yoluyla belirlenebilir. Diyalektik kavramın açınımının ya da sürecinin sonu ya da tamamı değildir. Bu nedenle "diyalektik yöntem" bütünüyle düşüncesiz bir anlatımdır. Eğer diyalektik son olsaydı bir hiçlik ile kala kalırdık, çünkü karşıtlar ancak birbirlerini ortadan kaldırabilirler. Ama karşıtlar aynı zamanda birdir, yalnızca ayrılamaz olmaları anlamında değil, ikincinin birincide kapsanması ve onunla tam olarak aynı şey olması anlamında. Bu birlik diyalektiğin yadsınması, olumsuzun olumsuzlanması, karşıtlığın ortadan kalkışı ve yeniden olumluya dönüştür.

Evrenin kendisi bir dizgedir. Bu ilkin yeterlidir. Ve "Systems theory views the world as a complex system of interconnected parts" demek biraz fazla konuşmaktır. Dizgenin karmaşık olduğunu söylemek totoloji yapmaktan daha iyi değildir ve bir dizgenin karşılıklı-bağıntılı bir yapı olduğunu bir kez daha anımsatmak söz kalabalığı yaratmaktır.

Evrenin dizge olması evrenin her bileşeninde kavramsal olarak belirli olmasından gelir. Dizgede gereksiz ya da zorunlu olmayan hiçbir bileşen olmadığı için, evrenin dizgeselliği ondaki her bileşenin açıklanabilir olduğu anlamına gelir.

Zorunluk ontolojik olmayı vurgulamayı da gereksizleştirir, çünkü zorunlu olan vardır, çünkü vardır.

Eğer biri "diyalektik yöntem" diye birşeyden söz ediyorsa, ne dediğini bilen biri değildir ve yalnızca boş konuşmaktadır. "Diyalektik" bir kavramın yalnızca kendisi değil ama ayrıca karşıtı da olduğunu anlatmak için kullandığımız bir terimdir. Anlak buna antinomi, paradoks, çelişki vb. der ve ondan kaçar. Daha aptal bir anlak ona "yöntem" der ve bir tuhaflık yaratır. Diyalektik karşıtlığı ya da olumsuzlamayı anlatır (olumsuzlama olumlunun olumsuzlamasıdır). Ama diyalektik henüz son değildir ve karşıtlıktaki yanlar birbirlerini ortadan kaldırmak zorundadırlar, çünkü karşıtlardırlar. Olumsuzlama kendini olumsuzlar. Bu işini sonudur ve bir kez daha olumluya, ama yeni bir olumluya dönüldüğünü anlatır. Kavramın yöntemine ne dersek diyelim, ister kurgul yöntem, ister saltık yöntem diyelim, diyalektik yalnızca bütün yöntemde kapsanan olumsuzlama kıpısıdır ve bu nedenle yalnızca olumsuza götürdüğü için sonuçsuz görülmüştür. Açıktır ki ancak bir son olarak görülürse sonuçsuzdur, çünkü naiv düşünce için sonucu hiçlik olarak görünür.

 

Moral Gelişim ve İdeoloji

İdeoloji bir moral sıçrama yaparak insanlığın tarihsel moral geriliğinin yol açtığı kötülükleri yenmeyi ister. Bunun için moral olarak geri kültürden moral olarak eşit ölçüde kötü ve genellikle daha da kötü devrimci organizasyonlar kurar ve zor, şiddet ve terör yoluyla, propaganda ve büyük yalanlar yoluyla süreci kısaltmayı ister. Bu yöntem insan duyuncunun en sonuna çevre tarafından belirlendiğini ileri süren kuramlar ile uyum içindedir. Bunlar insanda gelişmek üzere verili bir gizil duyunç yetisi kavramını metafiziksel olması zemininde reddederler. Onlara göre duyunç da "materyal" olmalı, yani dışsal etmen tarafından belirlenmelidir. Burada dışsal etmen ideolojik parti ve onun programıdır. Ama bu partinin egemen olmasına izin veren ya da ona boyun eğmeyi seçen bir kültürde aslında belirlenecek bir duyunç da yoktur. Duyunçsuzluk ya da moral gelişmemişlik aşağı yukarı evrenseldir.

Beethoven / James Last — Romance No 2 (Op. 50)

Beethoven / James Last — Romance No 2 (Op. 50)


   
Piaget'nin ve Kohlberg’in Moral Gelişim Kuramlarının Öncelleri

Piaget'nin keşfettiğini ileri sürdüğü iki evreli moral gelişim süreci gerçekte kültürün doğuşundan bu yana bildiği bir konudur. Erginlik dönemi öncesinde çocuk moral doğrularını ve yanlışlarını çevreden, büyüklerinden, genel olarak dışsal yetkelerden öğrenir, çünkü doğru ve eğri, haklı ve haksız vb. kavramları etkinleşme yolunda olsa da, çocuk henüz bu kavramları doğru kullanacak ve doğru moral yargıda bulunacak denli olgunlaşmış değildir. Bu aşamada sorun doğru ve eğri vb. kavramlarının uygulanması değil, ama onları doğru uygulamanın öğrenilmesidir ve bu süreç çocuğu eğitme, ona kültürel normları tanıtma ve kabul ettirme dönemidir. Piaget ve Kohlberg bu süreci ödül ve ceza ya da baskı ve boyun eğme dönemi olarak nitelerler.

Daha sonra, çocuğun moral gelişmişliğinin az çok tamamlandığı ve moral özerkliğinin ortaya çıkmaya başladığı dönem olarak kabul edilen 16 ya da 18 yaşlarında kültürün normlarının çocuk tarafından özümsendiği kabul edilir. Bu normal olarak karakterin pıhtılaşmasının tamamlanmasıdır.

Bir moral gelişim kuramının erginlik öncesi dönemde tikel olarak nasıl bir moral büyüme sürecinin geliştiğini gözlemesi gerekir. Ve moral gelişim süreci yalnızca çocuğu ilgilendiren bir süreç değildir. İnsanlığın kendisinin erginliğe geçiş dönemi vardır ve bu özgürlük bilincinin evrensel olarak doğmaya başladığı modern evreye karşılık düşer. Modern evrede bütün bir toplum kendi moral sorumluluğunu üstlenmeye başlar ve daha önceki despotik kültür ortadan kalkmaya başlar ve bu evre politik olarak öz-yönetime ya da demokrasiye karşılık düşer.

Asya'da moral gelişim yer almaz, çünkü bu sözcüğün gerçek anlatında dünya tarihinden yalıtılmış kültürler pıhtılaşmıştır. Çin ve Hint kültürleri (ve ayrıca Japon ve geri kalan Uzak Asya kültürleri) İslamik ve Hıristiyan Batı kültürleri ile karşılaşıncaya dek herhangi bir moral değişim göstermezler. Ve ham bir özerk ahlak ile bu karşılaşma yerli kültür için ilkin bozulma ve yıkım demektir.

Çocukluk evresinde moral gelişim tamamlanmaz, ama yalnızca sonlu bir yapılanma içinde katılaşma eğilimine girer. Aslında genel olarak kültürün normları içerisinde moral gelişim tamamlanmaz.

İnsanlığın Tarih sürecindeki moral gelişimi içgüdüsel-doğal davranışlardan etik-toplumsal davranışlara geçişi ilgilendirir.

Piaget’nin Bilgi Kuramı

Piaget'nin bilginin kaynağını inceleyen "türeyişsel epistemolojisi" (épistémologie génétique ou structuralisme génétique) gelişimsel bir bilgi kuramıdır ve bilginin kaynağının insan doğasında yattığını ve bilişsel gelişimin içsel bir kavram geliştirme süreci olduğunu kabul eder. Bu yapısalcı ya da yapılaştırmacı kuramda Piaget Leibniz ve Descartes'ı ve genel olarak rasyonalizmi izler. Ve Kant'ın ve görgücülerin öznelciliğinin tersine, Piaget insanın öznel kavramlarının nesnel realitede de geçerli olduğunu kabul eder. Düşüncede varolan nesnel kavram bağıntıları nesnel olarak realitede de vardır ve realitenin kavramsal yapısının ussallığı realitenin bilgisinin de olanağıdır. Aslında bütün bir görgül bilimler alanı doğal bilincin doğal ve tinsel evreninin özsel ussallığını keşfetme çabalarıdır. Us realiteye orada kendini bulmak için gider.

Çocuklar onların gelecekteki öğrenme ve bilgi edinme süreçleri için bir temel sağlayan bir a priori ansal yapı ile doğarlar. Gelişim bu ansal gizilliğin bir süreç içinde edimselleşmesidir. Bu süreç beyinde salt soyut düşünce işlemleri olarak ve duyu-verilerinden ayrı olarak yer almaz. Nesnel deneyim dünyası ailesel ve toplumsal çevre olarak çocuğun bilişsel gelişim sürecine katılır.

Piaget'nin çözümlemesine göre, bilgi kazanımı ansal bir yapılaştırma (construction) sürecidir. Buna göre çocuk kavramlar ile etkin olarak nesnesine yaklaşır ve nesnel bilgi kazanımı aynı zamanda içsel kavram türeyişi ya da gelişimidir. Çocuk bilinçli kavram çıkarsama sürecinin irdelemesini Mantık Bilimine bırakır, ve kendi bilinçsiz mantıksal-kavramsal gelişimini deneyim dünyasında yerine getirir.

“I find myself opposed to the view of knowledge as a passive copy of reality.” — Jean Piaget

Çocuk moral dünya görüşünü yalnızca çevreden, yalnızca yetişkinlerden almaz, ama çok erken yaşlarda bile haklı ve haksız, doğru ve eğri konusundaki düşüncelerini kendisi de oluşturmaya başlar. Çocuk getirilen kurallara saygı duyar, ama aynı zamanda yenilikçidir, onları ilksiz-sonsuz gerçekliler olarak görmez ve sık sık yetişkinlerin kuralları ile çelişir.

 

Piaget’nin (1896-1980) Moral Gelişim Kuramı

Piaget'ye göre çocuklarda moral gelişim süreci iki evreden oluşur. Başlangıçta çocuklar moral normları ve yasaları dışsal olarak büyüklerinden alırlar ve onları karşı çıkılmaksızın boyun eğilmesi gereken kurallar olarak kabul ederler. Bu evrede (5-9 yaşlar) çocukların düşünme yolları özerk değildir ve yetkeler tarafından belirlenen kuralları yalnızca uyulması gereken şeyler olarak kabul ederler ve dolayısıyla çiğnemezler Bu durumda açıktır ki çocuğun moral normları kabulü etmesi için bir tür ön-koşul olarak ileri sürülen "ceza" etmeni bütünüyle ilgisiz ve gereksizdir. Öğretici, biçimlendirici ve kısıtlayıcı kültürel çevre ile çatışma ilkin çocuk moral özerklik kazanmaya başladığı zaman ortaya çıkar.

Piaget, The Moral Judgment of the Child, s. 48:

“For the child, as for Plato, intellectual creation merges into reminiscence.”

10-11 yaşlarından başlayarak çocuklar bir yetke tarafından belirlenen değiştirilemez kuralları karşılaştırmaya ve onları sorgulamaya yönelirler. Özerk yargılama edimleri duyunç işlevinin gelişmeye başladığını gösterir ve çocuk bir moral görelilik ortamında duyunç yetisini kullanmayı öğrenme sürecine girer. Erginlik çağında çocuğun moral gelişiminin kendi sorumluluğunu üstlenebilecek denli gelişmiş olduğu kabul edilir.

 

Kohlberg’in (1927-1987) Moral Gelişim Kuramı


Piaget geleneğinde araştırmalar yapan Lawrence Kohlberg çocuklarda moral düşünme süreçleri üzerine yeni bir model sundu. Bu üç evreli gelişim modelinde ilk olarak uylaşım-öncesi evrede çocuklar ödül ve ceza düzeneği üzerine dayanan uslamlama yolu ile moral yargıda bulunurlar. İkinci uylaşım evresinde toplumun kuralları temel alınır. Üçüncü uylaşım-sonrası evrede toplumun kurallarının göreli ve değişebilir olduğu anlaşılır.

Kohlberg başlangıçta 10, 13 ve 16 yaşlarında 72 erkek çocuktan oluşan ve daha sonra sayısı arttırılan bir grup üzerinde görgül örnekleme araştırmaları yaptı ve çocuklardan aldığı yanıtlara dayanarak çocukların moral uslamlama süreçlerini irdeledi. Küçük çocuklar kurallara boyun eğmelerinin açıklaması olarak "ceza" etmenini gösterdikleri zaman Kohlberg bu açıklamayı yeterli saydı. Bu görgül anketleme yöntemi çocukların kendilerinin yorumları üzerine dayanıyordu ve daha sonraki araştırmalar çocukların çok daha erken evrelerde özerk moral yargıda bulunduklarını gösterdi.

 

Kohlberg'in Moral Gelişim Kuramının Çizgesi
Düzlem Bir:
Ön-Uylaşımsal Ahlak
Evre 1: Ceza-Boyuneğme Yönelimli
Evre 2: Araçsal Göreci Yönelimli
Düzlem İki:
Uylaşımsal Ahlak
Evre 3: İyi Çocuk-Güzel Kız Yönelimli
Evre 4: Yasa ve Düzen Yönelimli
Düzlem Üç:
Uylaşım-Sonrası Ahlak
Evre 5: Toplumsal Sözleşme Yönelimli
Evre 6: Evrensel Etik İlke Yönelimli

Kohlberg's Theory of Moral Development


Kohlberg's Theory of Moral Development
Level One:
Pre-conventional Morality
Stage 1: Punishment-Obedience Orientation
Stage 2: Instrumental Relativist Orientation
Level Two:
Conventional Morality
Stage 3: Good Boy-Nice Girl Orientation
Stage 4: Law and Order Orientation
Level Three:
Post-Conventional Morality
Stage 5: Social Contract Orientation
Stage 6: Universal Ethical Principle Orientation

 

Uylaşım Öncesi Evre (dokuz yaş ve öncesi) "moral" hiçbir ölçüt kapsamazken, ikinci Uylaşım Evresinde çocuk moral ölçütlerini toplumdan alır. Birinci evrede çocuk doğru ve eğriyi ödül ve ceza düzenekleri sonucunda öğrenir (ki bu görüş açıktır ki daha şimdiden İkinci Evreyi kullanır) ve üçüncü etmen olarak "öz-çıkar" öğesi yalnızca benzer olarak çocuğu koşullandırmaya yarar ve yine benzer olarak moral bir imlemden yoksundur. Bu dışsal ödül ve ceza yetkesi tam olarak bu biçimi ile dinler tarafından da kullanılır. Sonuç olarak bu evre moral gelişimin bir evresi değil, moral-öncesi bir evredir.

Uylaşım Evresi yetişkinin doğru ve yanlış konusunda toplumun moral uylaşımlarını ve yasalarını kabul etme evresidir. Kohlberg'in kuramındaki bu evre de moral normların nasıl türediğini açıklamaz, onların yalnızca hazır verili olarak alındıklarını ileri sürer.

Uylaşım Sonrası Evre toplumsal normları sorgulama evresi olarak kabul edilir. Bu evre gerçek moral yetkinliğin ortaya çıktığı evredir.

 

Ahlakın ceza sonucunda kazanıldığı, insanın acıdan kaçınmak için doğru olanı kabul ettiği görüşü ilk bakışta paradoksal ya da barbarca görünür. Ortaya çıkan şeyin ahlaktan çok ahlaksızlık olması gerekir, çünkü moral duygu doğal dürtü, itki ya da başka bir güdüye karşı özgür olma gücünü ya da istencini gerektirir. Öte yandan, ceza onu önceleyen bir haksızlığın ortadan kaldırılması olduğu için mantıksal olarak moral yargıyı önceler. Ama Kohlberg'in ilgilendiği nokta bu değildir.
Moral Belirlenimlerin Göreliliği

Ahlak temelde kültür ile göreli değildir. Moral türlülük genel olarak moral iyi ve kötü kavramlarının herşeye yüklenebilir olmasına bağlıdır. Tıpkı genel olarak hak kavramının evrenselliğinin onu her nesneye yüklenebilir olmaya götürmesi gibi, iyi ve kötü evrenselleri de herşeye yüklenebilir. Kültürler yalnızca tinsel olmayan doğa nesnelerine değil, bütün bir boşinanç alanının nesnelerine de moral nitelik yüklerler. Ve örneğin Voltaire gibi bir Aydınlanma düşünürü bile Portekiz depremine moral iyi ve kötü kavramlarını uygulayarak Leibniz'in bu dünyanın olanaklı en iyi dünya olduğu önermesini çürütmeye çalışır.

Moral belirlenimlerin bu tikelleşmeleri (herhangi birşeyin iyi ya da kötü, doğru ya da eğri, haklı ya da haksız olarak görülmesi) ahlaka görelilik görünüşünü verir. Ama tüm bu tikelleşmelerde tikelleşen şey evrenseldir. İyi ve kötü kavramları soyut olarak alındıklarında saltıktırlar, göreli değil. Görelilik bir ilişki belirtir. Bir kavramı ilişkisiz olarak ya da kendinde alırsanız göreli olmaktan çıkar ve o zaman bağlantısız, bağıntısız, soyut ya da saltıktır.

Moral gelişim süreci bir yandan içsel olarak insan doğasının belirlilik kazanması iken, öte yandan bu belirli yapı dışsal olarak ailesel ve toplumsal çevrenin belirlenimlerinin bir yeniden üretimidir. Bu çevrenin kendisinin kültürel geriliğinden ötürü, çocuğun insan doğası kaçınılmaz olarak hasarlı gelişir.

 

 

Moral Belirlenimlerin Gelişimi

Moral gelişim moral iyi ve kötü, doğru ve eğri, haklı ve haksız kavramlarının kendilerinin geçerli olarak uygulanmasını ilgilendirir. Bu gelişimin ereği gerçekten haklı olanın haklı olarak, gerçekten iyi olanın iyi olarak, gerçekten doğru olanın doğru olarak yargılanmasının öğrenilmesidir.

Gerçekten iyi, haklı ve doğru olan iyi, haklı ve doğru olanın kendileridir. Bunlar evrensellerdir ve bu nedenle bütün bir tikel ya da göreli iyiler alanı gerçekten iyi, doğru ve haklı olmaktan uzaktır.

Mezhep savaşlarında Katolik Hıristiyanın mı yoksa Protestan Hıristiyanın mı haklı olduğuna karar verilemez, çünkü ikisi de haksızdır, ikisinin de "iyi" olması gereken nesnesi iyi ya da kötü değildir çünkü böyle bir nesne varoluş taşımaz.

 

Moral Ruhbilim ve Ahlak Felsefesi

Freud üst-bene moral bir işlev yükler. Baskılanmış yaşantıların bilinçsiz bir ruhsal alanı olarak süperego dinamiktir, uykuda değil, ve insan davranışını belirleme sürecine katılır. Ama eylemine değil. Üstben bilinçsizdir, öznenin bilincinin altında ya da dışında etkindir, ve genel olarak engelleyici bir işlevi vardır, kişiyi yasaklar, tabular vb. ile durdurur. Ama salt bu engelleyici olma niteliği üstbenin duyunç ile özdeşleştirilmesi sonucuna götürmemelidir, çünkü duyunç özgürlük iken, üstben dürtülerin başatlığını anlatır.

Üstben yalnızca görünürde bir moral işlev taşır. Ama moral yargının baştan sona bilinçli olması ölçüsünde, üstben en azından ahlak-dışıdır, ve kişiyi doğru eylemi yerine getirmede engellediği zaman açıkça ahlaka-aykırı olur.

Süperego ya da ego ideali eleştirel işlevinde bilinçsiz suçluluk duygusunun kaynağıdır. Bu işlev de ahlak ile ilgili görünür, ama yalnızca olumsuz olarak ilgilidir ve haksız bir suçlama olmasında gerçekte ahlaka aykırıdır.

Freud olağan kavramlar yerine sık sık ilgisiz ve yanlış simgesel sözcükler kullanmayı yeğledi. Bu biçimcilik onu bilinçsiz suçluluk duygusu gibi özsel ve önemli bir kavramı moral belirlenimin kaynağı olarak görmeye de götürdü. Bunun dışında, örneğin "ego" bütünüyle genel bir kavramdır ve ona genel olarak anlama ve uslamlama gibi yetileri yüklemek gereksiz ve yanıltıcıdır. Yine, içgüdüleri anlatmak için sanki bunlar bilmecemsi birşeymiş gibi "das Es" ya da "O" sözcüğünün kullanılmasının hiçbir anlamı yoktur ve açıkça çocukça bir yöntemdir. Yeni doğmuş bir bebeğin anlığı bütünüyle "id-yüklüdür" ve "id hiçbir ahlak bilmez" gibi anlatımlar bilimsel olmaktan çok yazınsal olarak ilgi çekici anlatımlardır. Hiç kuşkusuz bu doğru bir nokta, ama ancak içgüdünün pozitif bir moral işlevi olduğunu ileri süren birine karşı vurgulanabilecek bir noktadır (örneğin "haz" ve "acı" duygularını ahlakın temel belirlenimleri yapan John Locke ve David Hume gibi görgücülere).

Bebek ilkin doğal içgüdüleri ile davranır, henüz düşünce kategorileri gelişmemiştir ve kültürel kuralları ve normları daha sonra öğrenecektir. Piaget ve Kohlberg bu aynı gelişim sürecini bir süperego kavramı olmaksızın irdelerler. Süperego bir baskı kaynağı olduğu için kimi durumlarda iyileştirilmesi gerekli olur. Ama toplumsal ya da kültürel normlar "alışkanlık" oldukları zaman, nedenleri ya da kökenleri tarihsel olarak bilinmese de bunlarda patolojik birşey yoktur ve normal olarak bir insana alışkanlığının saçma olduğunu söylemek onu alışkanlığı sorgulamaya ve terk etmeye götürmek için yeterlidir.

 



 

Etik ve Küreselleşme / 2018.06.21 CKM

Etik ve Küreselleşme — 2018.06.21


Paul Mauriat / Toccata

Paul Mauriat / Toccata
   

Modern kültürde etik karakteri erdem ile anlamdaş sayarız, çünkü erdem insanın modern etik normlar ile uyum içinde davranmasından oluşur. Etik karakter insanın ikinci doğasıdır.

Erdem özgür toplumun ve özgür bireyin sorunudur. Boyun eğenler ve boyun eğdirenler, egemenler ve egemen olunanlar, yönetenler ve yönetilenler erdemin adını bile bilmezler. Despotik kültür bir erdemsizlik kültürüdür, yalan, iki-yüzlülük, aldatma vb. orada varoluşun olağan bileşenleridir.

Kullar toplumu duyunç özgürlüğünden yoksun olduğu için, moral doğruyu ve eğriyi kendisi ayırdedemediği için, ancak dışsal yasaklar ve baskılar altında moral bir görünüş kazanır, ancak içsellikten yoksun bir karaktere bürünebilir. Orada dürüstlüğün anlamı bile bilinmez, yalan normal söyleşinin çeşnisi ve haksızlık hak ilişkilerinin gerçeğidir. Bu istençsiz kültürde ekonomi gibi politika da, felsefe gibi bilim de, etik gibi estetik de hakkını kazanamaz.

Bir tirana despotik denir. Saltık egemene de despotik denir. Yetkeci, otokratik, diktatörce gibi terimler tümü de despotizm ile ilişkilidir. Yunanca despotes (δεσπότης) "efendi" demektir (Lat. dominus). Despotizmin genel karakteri özgürlük bilincinin yokluğudur. Efendi efendiliğini kulların istençsizliğine borçludur.

Törebilimin işi tikel durumlar için evrensel olarak geçerli normlar ya da kategorik imperativler aramak değildir. Her tikel durum kendi içinde irdelenmeli ve çözülmelidir. Yine, bir yararlık kalkülüsü ve bir haz ve acı matematiği vb. geliştirmek de moral felsefenin işi değildir. Bu yaklaşımların kendileri istenç kavramının bilinçsizidirler ve dolayısıyla özgürlük ile bağdaşmazlar.

Paul Mauriat / Alouette

Paul Mauriat / Alouette
   
Despotun Varlık Zemini


Despot yalnızca kendini temsil etmez. Bireysel despot bütün bir gelenek ve boyun eğme kültürünün özetidir. Boyun eğmenin alışkısal ve otomatik olduğu ve baskı gerektirmediği durumlarda genel olarak istençsizlik vardır ve henüz özgürlük bilinci kazanılmamıştır. Despotizm özgürlük bilincinin doğmaya başlaması ile birlikte hakkının gerçekte kaba güçten doğduğunu ele vermeye başlar. Despotun başlıca karakteristiği kendisinden güçlü olmayan başka hiçbir istenci tanımamasıdır. Despotik kültürün karakteristiği özgürlük tinini tanımaması ve korkusunu yüceltmeye çevirmesidir. Hak bilincinin yokluğunda, despotun bildiği ve gelenek kültürünün anladığı biricik dil zor ve şiddetin dilidir.

Kültürel İlkelcilik


Kültürler geçici, çoğunlukla daha şimdiden ölü yapılardır. Bir kültür ancak değişebilme ve gelişebilme yeteneğinde ise dirimlidir. Bir kültür değişime kapanmışsa değersiz ve gereksiz bir kullar, köleler, yarı-insanlar yığınıdır.

İlkel kültürleri yücelme kültü onların modern biçimlere dönüşümünü bir hata olarak, istenmeyen birşey olarak, bir acımasızlık, bir suç olarak görür. Bu postmodern kültür kültü bu kültürel ilkellik, gerilik ve yabanıllıkları bir kültürel-çoğulculuk mozayığı içine katar ve modern yurttaş toplumunu bu ilkel kültürler karşısında daha yüksek değil ama yalnızca ayrı bir kültür olarak görür. Bu türlülük kültürlerin eşit değerde görülmelerini engellemez.

Bu görelilik bakış açısı kültürel gelişim, kültürel ilerleme, kültürel büyüme kavramını reddeder, çünkü gelişim bir saltık erek kavramını gerektirir.

Bir kültür kültü olarak çok-kültürlülük ideolojisi insan doğasının gelişmesine karşı tutucu ve sık sık gerici bir postmodern önlemdir ve romantik "soylu yabanıl" kültünün komik bir yeniden doğuşu olarak görünür. Evrensel insan hakları bir kültür değildir. Ve özgür istenç ve duyunç özgürlüğü de değildir.

Genel olarak idealar kültür değil, insan yapımı kurgular değildir.

Nesnel idealar öznel insan doğasına özünlüdür ve gerçek etik yaşamın öğeleri ve erekleridir. İdea nesneldir ve insan bilincine sınırlı değildir. İdeanın evrenselliği ya da nesnelliği tinsel alanda daha kolay görülür, çünkü evrensel insanlığa özünlüdür. Doğal evrende İdeayı düşünmek daha güçtür. Ama İdeasız, Biçimsiz bir özdeği düşünmek saltık olarak olanaksızdır, çünkü başka her belirleniminden önce özdeğin kendisi bir Biçim, bir İdeadır ve bu biçim-belirlenimi olmaksızın ona "özdek" bile diyemezdik.

Hoşgörü ilkesi çok-kültürlülükten bütünüyle başka birşeydir ve çok kültürlülüğün bir saatli bomba olduğunu anlatır. Kültürler çarpışırlar, çünkü sonlu varlıklarını sonsuz olarak, göreli varlıklarını saltık olarak, değersiz geleneklerini ve boşinançlarını değerler olarak görürler. Değerleri bu geçiciliklerden ve hiçliklerden öteye gitmez ve onlar uğruna öldürür, kitle kıyımları yapar ve amansızca savaşırlar.

Paul Mauriat / Isadora

Paul Mauriat / Isadora
   

Önemli olan şey özgür olduğu sanısı içinde olan despotik kişiliği uyandırmaktır.

  • Aydın yönetmek ister. Yasa egemenliğini değil, ama kendi istencinin egemenliğini ister.
  • Aydın despottur, çünkü halkın hiçbir zaman kendini yönetemeyeceği ve halkı halk adına onun kendisinin yönetmesinin en iyisi olduğu inancındadır.
  • İdeolog despottur, çünkü kendi kurtarıcı istencini istençsizlerin istenç açığını kapamak üzere kullanır.

Etnik gelenek ve gerilik kültürlerinin ortadan kalkması evrensel özgürlüğün utkusudur. Bu yitişler Tarihin günahları değil, ama usa hakkını veremeyen sonlu kültürlerin kendi haklı yazgılarıdır. Tarihin istemediği şey estetik, etik ve entellektüel geriliklerin sürekliliğidir. Tarihsel olarak pıhtılaşmış kültürler insan doğasının gelişiminin önünde aşılması gereken engeller olarak dururlar.

Romantik "soylu yabanıl" imgesi özgürlük, eşitlik ve kardeşlik değil, şiddet, kölelik, pislik, hastalık, yoksulluk vb. gibi gerilik terimlerinde tanımlanıyordu, Kültür kültü o "soylu yabanılın" değil, gelişimden sıkılan irrasyonel entellektüelin icadıdır. Geçmişi şimdi için model olarak yücelten kültür kültü şimdinin donuk olmadığını ve modernleşmenin ereksel bir akış süreci olduğunu gözardı eder. Gelişim erekseldir ve ereği ussal insan doğasından başka yerde aramak despotik barbarlığın açık göstergesidir.

Özgürlük ve Modernlik; Despotizm ve Gelenek

Özgürlük ve Modernlik; Despotizm ve Gelenek

  • Özgürlük modern dünyan
    ın karakteridir; evrensel-küresel etik yaşamın güdüsü ve gücüdür; ve insanın sonsuz değerine ulaşmasının zeminidir. Özgürlük değer değil ama değerin olanağı ya da zeminidir.
  • Despotizm özgürlük bilincinin yokluğudur ve yalnızca bireysel despotun yaratısı değil, istençsiz kitlelerin, yığınların, halkların boyun eğme karakterlerini anlatır.
  • Despotizmde herşey öyle geldiği için öyle gider, hiçbirşey sorgulanmaz ve bütün bir kültür devasa bir gelenektir.
  • Özgürlük bilincinin yokluğu despotizmi tutucu yapan etmendir, çünkü istençsiz kültür eylemsiz kültürdür, Despotizm Tarihi durdurur, çünkü değişimi sağlayacak olan özgür istencin yokluğu ya da bastırılması ile karakterize edilir.

 



Despotizm ve Etik-Karakterin Gelişmemesi

Despotizm ve Etik-Karakterin Gelişmemesi

  • Despotik karakter tikel karakterdir. Özgür karakter evrenseldir.
  • Despotik karakter göreli karakterdir. Özgür karakter saltıktır. Despotik karakteri başkası belirler. Özgür karakter kendisi tarafından belirlenir.
  • Despotik karakter kültürden alınan tikel ve göreli normlar tarafından belirlenir ve gelişimi durdurulmuş ölü bir şekildir. Özgür karakter evrensel ve saltık karaktere doğru gelişir. Despotik karakter kendi normları dışında olan normları anlayamaz, bu nedenle düşünce akışkanlığı ve çevikliği gösteremez, ve genel olarak algısının ötesinde yatan yeni söylemlere kapalıdır. Entellektüel olarak donuk ve duruktur.
  • Karakter özsel olarak istençtir. Ancak istençli insan kendisi olabilir. Köle kendisi değil, başkasıdır. Bu nedenle bir köle hiçbir zaman kendini bilemez.
  • Karakter gelişimi özgür insanın sorunudur, çünkü ancak özgür insan değişime, büyümeye, yeniliğe yeteneklidir.
  • Despotik kültürde karakter bilinçsiz bir yapıdır, toplumun sözde etik normları tarafından belirlenir, ve çocukta bir kez oluştuktan sonra genellikle bir daha değişmez ve daha öte gelişmez.

 



Gelenek, Tutuculuk ve Despotizm

Gelenek, Tutuculuk ve Despotizm

  • Kulluk toplumları otomatik olarak gelenek toplumlarıdır. Ve gelenek kendini genel olarak değişime karşı sürdüren normdur.
  • Gelenek varlığını sorgulanmamaya borçludur. Sorgulanması usdışı doğasını dolaysızca açığa serer.
  • Despotik toplum güçsüzdür çünkü istençsizdir. Böyle kültürlerde insanlar birey olmamanın ne olduğunu dolaysızca sergilerler.
  • Despotik karakter düşünemez, çünkü özgürce düşünemez, çünkü verili kalıpların dışında düşünemez. Bu nedenle ister bireysel isterse toplumsal olsun despotik kültür bilgisiz kültürdür.
  • Gelenek kültürü genel olarak yeniliğe karşı kapanır ve anlamsızca kendini yineler.

 



Etik-Karakter ve Bilgi

Etik-Karakter ve Bilgi

  • Etik baştan sona bilgiye dayanır. Ve etik karakter de baştan sona bilgiye dayanır. Etik karakter bir olumsallık sonucunda ortaya çıkmaz. Başka bir deyişle, etik karakter tikellerin değil, evrenselin bilgisini gerektirir.
  • Bu nedenle insana bilgiyi yasaklayan kuşkucu felsefeler insan doğasına aykırı etik 'kuramlar' geliştirmek zorundadırlar. Kuşkucu ‘etik’ kuramları baştan sona etik-dışı kuramlardır ve etik belirlenimleri nesnel insan doğasından değil, öznel ilkelerden türetmeye çalışırlar. Hedonizm, yararcılık, pragmatizm, deontolojik etik, vb. Özgür istenci tanımadıkları için insanı dışsal yetke altına düşürmek zorundadırlar.
  • Etik salt bir alışkanlık sorunu değildir. Gerçekte, 'alışkanlık' bilgisiz, duyunçsuz, usdışı davranma kipidir.
  • Ancak modern etik gerçek etik yaşamın edimselleşmesine doğru yönelebilir, çünkü modern etik sürekli yenileşme sürecinde olan etiktir ve etik yaşam insan doğasının bilgisi üzerine dayanır.
  • Güven duygusu bir öz-duygu sorunudur ve yalın olarak kendi benini başkasına teslim etmek, başkasını kendi ile bir saymaktır. Ama despotik karakterde öz-duygu yoktur, çünkü despotik karakter kendisi değil, başkasıdır.
  • Saygı duygusu da benzer olarak özgür olmayı gerektirir, çünkü ancak özgür bir insan saygı duymayı başarabilir. Köle karakterin boyun eğmesi bir saygı duygusu değil, bir korku duygusudur.
  • Sorumluluk, haklılık, kaygı duyma gibi karakter nitelikleri despotik kültürde bulunmaz ya da en iyisinden zayıf olarak bulunur.

 



Küresel Etik-Karakter

Küresel Etik-Karakter

  • Toplumun en son üyeye dek tüm üyeleri etik karakter kazanabilir ve yeryüzünün tüm bireyleri haksızlık yapmayan, moral olarak bütünüyle gelişmiş eksiksiz etik karaktere eğitilebilir. İnsanlığın bir bölümüne bu olanağı ve yeteneği yadsımak usdışı ve etik-dışıdır.
  • Etik sınır tanımaz, çünkü insan doğası sınır tanımaz. Etik gelişimin belirlenimi insan doğasının işlevidir. Etik karakterin pozitif olarak dinler tarafından, ideoloji tarafından, genel olarak insanüstü herhangi bir dışsal yetke tarafından planlanması usdışıdır ve ancak bir etik karakter ‘görünüşünde’ sonuçlanır.
  • İnsan doğası kültürel değildir, tarihsel değildir, değiştirilebilir değildir. Hak İdeası, Özgürlük İdeası, Türe İdeası insan yapımı nesneler değildir. İdealar yapılı değildirler, verilidirler. Hiçbir insan hak ideasından ya da kavramından yoksun değildir. Ve benzer olarak özgürlük ve türe idelarından da. İdeanın nesnelliğini anlamamak, evrenselin ussallığını anlamamak olanaklıdır. Bunun için varlığı yalnızca fiziksele, yalnızca özdeksele indirgemek yeterlidir. O zaman kültürel, tarihsel "ideaları" tiranların, ideologların, rahiplerin, mollaların vb. bilincinden türetmek gerekecektir. O zaman evrensel etikten vazgeçmek ve her birinin kendi göreli değerleri olan kültürlerin grotesk bir çoğulculuğu ile yetinmek gerekecektir. O zaman bu kültürler kalabalığında güzel ve çirkin, ahlaklı ve ahlaksız, bilgili ve bilgisiz arasında hiçbir ayrım kalmayacaktır.

 



Yurttaş ve Politik Güç

Yurttaş ve Politik Güç

  • Özgür toplumda her bir birey salt özgür istenci olduğu için güçlüdür. Tek bir insanın değil, bir elitin de değil, tüm insanların güçlü oldukları ve eşit olarak güçlü oldukları yerde gücün bir anlamı yoktur.
  • Politik olarak, modern demokratik devlet yurttaşın istencinden başka birşeyden oluşmaz. Onda özeksel bir güç ya da bir güç yoğunlaşması yoktur. Demokrasi sevgili önderlere ya da güçlü liderlere gereksinmez.
  • Yasama, yürütme ve yargı güçleri gerçekte yurttaşlık gücünün anlatımlarıdır ve devlet görevleri tiranlık yetkileri, kibir kürsüleri, megalomanlık koltukları değil, ama yalnızca ve yalnızca yurttaş toplumuna hizmet etme konumlarıdır.
  • Toplumun karakteri için önemli olan nokta gücün özekten çevreye dağılması ya da paylaştırılması değil, güçler ayrılığı denilen şey de değil, ama yurttaşlık bilincinin kendisidir. Yurttaş istencini devlet yapan özgür bireydir, biricik egemendir, ve onun kendi güçleri olan yasama, yürütme ve yargı güçleri arasında uyumsuzluk gibi birşey onun devletini ilgilendirmez. Yurttaşın güçlü olmadığı yerde onun güçleri ayırması da söz konusu olamaz ve güçlü olduğu yerde kendi güçlerini ayırmasının bir anlamı yoktur..

 



Despotizm ve İdeoloji

Despotizm ve İdeoloji

  • Despotik kültür ideolojinin yuvasıdır. İdeolojiyi despotizmin son kalesi yapan etmen içinden doğduğu kültürün özgürlüksüz karakterini taşımasıdır.
  • İdeoloji özgür istenci tanımaz ve buna göre ilk olarak doğmakta olan modern yurttaş toplumunu reddeder (ona keyfi bir adlandırma ile "burjuva toplumu" der ve "burjuva" ile demek istediği şey bir tür "egemen sınıf," "mülkiyet sınıfı," "kapitalistler sınıfı," "sömürücü sınıf" vb. gibi şeylerdir).
  • İdeoloji evrensel insan haklarını tanımaz. Duyunç özgürlüğünü tanımaz. Ve yasa egemenliğini tanımaz.
  • İdeoloji için güç haktır.

 



İstenç Zayıflığı

İstenç, Güç, ve İstenç Zayıflığı

  • İstenç güçtür.
  • İstençsizlik güçsüzlüktür.
  • Yurttaşın istenci gücüdür.
  • Modern yurttaş toplumunda herkes güçlü çünkü herkes özgürdür.
  • Modern yurttaş toplumunda güce yer yoktur.

 

  • Despotik karakter güçsüz çünkü istençsizdir. İçsel olarak dürtülerine, itkilerine, içgüdülerine boyun eğer, onların kölesidir. Despotik karakter zayıftır, öz-denetimden yoksundur. Bu nedenle dışsal yetkeye ve yasaklara gereksinir ve bu nedenle ahlakı kendisinin değil başkasınındır.
  • Bir duyunç yeteneği kazanamadığı için, bir etik karakter kazanamadığı için dışsal yasaklar ve baskılar olmaksızın uygarca davranamaz. Etik normlar kendi istencine ait olmadığı için onlar karşısındaki tutumu ancak düşüncesiz bir boyun eğme tutumu olabilir.
  • İstençsiz insanın dinsel inancı bile ancak boyun eğme, yerlere kapanma, teslim olma tutumudur. İnancında yükselmez ama ezilir ve bir güç karşısında yitmesi, kendini Birde yok etmesi gerektiğine inanır.
  • Bu bilinç gerçekliğe inançta kendi gerçekliğini, kendi büyüklüğünü duyumsamaz. Tersine, öz-duygusunun büyüklüğü kendini küçültmesi ve küçük düşürmesi ile doğru orantılıdır.

 



Despotik Tin

Despotik Tin

  • Despotik kültür istençsiz kültürdür ve bu güçsüzlük kendini despotik kültürün tüm yanlarında sergiler.
  • Despotik sanatta başlıca güdü ya da giderek kimi zaman biricik güdü bilinçsiz dürtülerden ve doğal itkilerden gelir, insan olmanın değeri yiter. Sanat kendine yetmeyen, kendisi olamayan insanın bağımlılığını, zayıflığını sergilemesinin düşüncesiz aracı olur. Bu tin için Güzellik İdeası diye birşey yoktur.
  • Despotun inancı korku temelinde, ödül ve ceza temelinde, haz ve acı temelinde bir boşinançtır.
  • Despotik kişilik özgür düşünemez ve bilgi ile ilgilenmez, çünkü bu kişilikte düşünce bilince dışsal olarak verilen normların dışına çıkamaz. Bu bilinç yalnızca minik bir despotik dairede kendini yineler.

 



Despotizm ve Halk

Despotizm ve Halk

  • Halk "yurttaş toplumu" değildir. Klasik "demos" terimi özel olarak "yurttaşları" anlatmak için kullanılırdı.
  • Halk aşağı yukarı her kalabalığı anlatmak için kullanılan geniş ve gevşek bir terimdir.
  • Romantik ilkellik duygudaşlığının görüşü ile karşıtlık içinde, halk genel olarak istençsizdir ve bir egemene boyun eğme gereksinimi içindedir. Halk moral gelişme açısından dışsal yetkeye gereksinen küçük bir çocuk gibidir.

 



Romantik İlkelcilik ve Kültür Kültü

Romantik İlkelcilik ve Kültür Kültü

  • Kabilecilik, ilkel kültürlere duygudaşlık, etnik geleneklere şefkat vb. tümü de bu kültürlerin yaşadıkları ve yaşamakta oldukları geriliğin acılarını gözardı eder. Bu duygudaşlık insan doğasının, özgür istenç ve ahlak kavramlarının bilgisizliği üzerine dayanır.
  • Geri kültürlerin komünal alışkanlıkları, eşitlikçi toplumsal yapıları ve doğal çevre ile uyumları özgür insanın hak eşitliği, ussal kollektif davranışı ve sorumluluk duygusu ile bir benzerlik göstermez. İlkel kültürel yapılar bir kural olarak daha öte gelişimi engelleyen son duraklardır. Geçmiş kültürleri yüceltmek ya da örnek olarak göstermek aşağı yukarı onları tanımlayan bilgisizliği, boşinançları, moral geriliği, etik geriliği, şiddet ve yabanıllığı paylaşmak demektir. Bu aptalca saflığı herşeyden önce bu geri kültürlerin kendileri yadsıyacaklardır.
  • Kuzey Amerika yerlilerinin, Avustralya aborjinlerinin, Amazon yerlilerinin, Afrika kabilelerinin yaşamlarının "ölçülemez değerleri" temsil ettikleri yanılsaması moral duyarsızlıktan doğar. Bu aynı duyunçsuzluk modern tarihte yaşanan ideolojik trajedileri de önemsemez. Bir duygusal aşırılık olarak sosyal romantizm ya da romantik ilkelcilik gerçekte tam bir duygusuzluk olduğunu gösterir.
  • İnsan doğasın kendisi tarafından çürütülen ilkelcilik görüşü modern dönemde bu bakış açısının nasıl doğduğu sorusundan ötürü önem kazanır. Bilimi yadsıyan, güzel sanatı yadsıyan, genel olarak gerçekliği yadsıyan bakış açıları aynı nihilist ruh durumundan doğar.

 



Kültür ve Uygarlık

Kültür ve Uygarlık

Kültürler çatışır. Uygarlık barıştır.

     

Herhangi bir sözlük bile kültürün daha genel bir kavram olduğunu ve insanların yaptıkları ve ettikleri ve düşündükleri herşeyi kapsadığını açıklar — güzel ve çirkin, iyi ve kötü, ussal ve usdışı. Kültür bizi doğadan ayırdeden tüm belirlenimleri kapsar. Issız bir adadaki bir ağacın gövdesine çizili bir çizgi bile doğadan daha çoğunu gösterir ve orada tinin bulunuşunu ele verir. İnsan Doğadır. Ve Tindir.

Uygarlık barbarlık ile karşıtlık içinde durur ve salt doğa ile göreli olarak gelişmişliği değil, tinsel gelişmişliği de anlatır — estetik, etik ve entellektüel. Kültürler barbar olabilir ve sık sık barbardır. Ve uygarlığı reddeden barbarların soyu henüz tükenmemiştir. Bu barbarların inandıklarına göre, güzel ve çirkin eşit değerdedir. İyi ve kötü eşit değerdedir. Ve bilgisizlik ve bilgililik eşit değerdedir. Ya da, ikinciler birincilere yeğlenmelidir — çirkinlik, kötülük ve bilgisizlik..

Bir saltık ölçütün yokluğunda ön-modern kültürleri eşit değerde gören görelilik bakış açısı kendi göreliliğini reddetme pahasına modern kültürü indirger. Çok-kültürlülüğün ya da kültürel çoğulculuk denilen şeyin onaylanması genel olarak kültürün onaylandığını gösterir. Ama bu bakış açısı uygarlık konusunda acımasızdır. Uygarlık "kötüdür," "yanlıştır," ve "uygarlıklar çatışabilir." "Uygarlıkların çarpışması" teriminin dikkatleri çekmesinin başlıca nedeni bir oxymoron olmasıdır. Gerçekte kültürler, barbarlar, etnik tikellikler çarpışırlar ve aslında bütün bir tarih boyunca kültürel evrim süreçlerinde sık sık birbirleri ile ölesiye çarpışmışlardır. Çünkü yeterince uygarlaşmamışlardır.

Kültürün öz-bilinci yoktur, kendini bilmez, çünkü kendi göreliliğini anlamasını sağlayacak bir saltık ölçütü yoktur.

Kültür çoğulcudur. Bir kültürler çokluğu vardır ve her bir kültür kendi için iyi, üstün, haklı, yüksek vb.dir. Ve başka her kültür bunların tersidir. Ayrım sık sık karşıtlık noktasına dek yeğinleşir ve karşıtın ortadan kaldırılması bir ölüm-kalım sorunu, bir zorunluk olur. Kendi için değerli olan kültür onu değersizleştirecek ve yok edecek olanı yok eder. Kültürel süredurum ve sakınım kültürün birincil karakteridir. Ama çarpışma iki yanlı bir barbarlıktır, çünkü iki yan da kültürdür, görelidir, sonludur, ve en sonunda iki yan da ortadan kalkmak zorundadır.

 



 

Kültürel Süredurum

Kültürel Süredurum

Kültür tutucudur ve varoluşu istence, özgürlüğe, değişime, gelişime direnişi üzerine koşulludur. Kültür her durumda insan potansiyelinin sınırlı ve sonlu açılımlarından oluştuğu için, sürekliliği onu savunan insanın kendi doğası tarafından yadsınır. Kültür insan doğasının yetersiz somutlaşması, insan potansiyelinin güdük edimselleşmesidir. Kültür zorunlu olarak gelişme ile çatışır.

Gelişim bir gizilliğin edimselleşmesi, ‘birşeyin’ kendinde o olduğu başka bir ‘birşeyin’ ortaya çıkışıdır. Gelişim gizilliği ve erekselliği (entelekheia) varsayar.

Her kültür homo sapiensin gizilliğinin sınırlı bir açılımıdır ve bu nedenle sonludur ve ortaya çıktığı gibi ortadan yiter. Herşey sürmeye çabalar, her bir şey kendi ile özdeştir ya da her bir şey özdeşlik ilkesine bayılır. Genel olarak şeylere özünlü bir süredurum vardır. Ama süre sonludur. Ve şeyler kendileri oldukları denli de başkalarıdır, değişime açıktırlar, ve tüm şeyler akışta, tüm doğal ve tinsel şeyler akıştadır Logos ya da Nous ya da Us ya da İdea dışında, çünkü ne doğal ne de tinsel olmaya sınırlıdırlar. İdeaları, Logosu, genel olarak nesnel Usu reddetmek çok ussal görünür, çünkü çözümsüz görünen ontolojik problemlere, saltığın doğrulanmasına, idealizme götürür. Bu problemlerden kaçış göreciliktir ve o zaman varoluş estetik, etik ve entellektüel hiçliğe bozulur ve insan yalnızca dünyaya fırlatılmış değersiz, önemsiz, anlamsız vb. bir varlığa indirgenir.

Kültür kendini akışa, değişime karşı korumak için sıkı sıkıya köklerine sarılır — kabile köklerine, etnik köklerine, ırksal köklerine, ya da tarihsel köklerine. Ama bu tikel kökler insan doğasına ait değildir. İnsan doğasına ait olan gerçek kökler evrensel insan hakları, duyunç özgürlüğü ve bu iki bileşen temelinde özgür etik yaşamdır. Tarihin işi ortaya çıkan kültürlerin ortadan kaldırılması ve tinin sonlu şekillerinin birbiri ardına yoldan temizlenmesidir.

 



Uygarlık ve Küreselleşme

Uygarlık ve Küreselleşme

Uygarlık kültürel türlülük ile karşıtlık içinde kültürel türdeşliği kabul eder. Kültürel türlülük küreselleşme sürecinde etik türdeşliğe doğru gelişir, çünkü gelişim tüm kültürleri eşitleyecek evrensel-ereksel insan değerlerine doğrudur.

Etik gelişim istencin işidir ve istenç ereğinden ayrılamaz. İnsan doğası homo sapiensin, türün doğasıdır ve evrenseldir. Ve insan doğası ya da insan özü hak, ahlak ve etik kavramlarının kaynağıdır. Kültür bu kavramların tarihsel süreç içindeki sonlu, sınırlı, yetersiz açınımları ya da edimselleşmeleridir. Bu nedenle kültürler geçici ve değerleri yiticidir.

 

 



Maymun Gör, Maymun Yap

Maymun gör, maymun yap

Deneyciler bir kafes ile, dışsal olarak dayatılan sınırlayıcı bir yapı ile başladılar. Kafes içindeki bir ipun ucuna bir muz astılar ve altına merdiven koydular. Sonra kafesin içine beş maymun getirdiler. Çok geçmeden maymunlardan biri muza uzanmak için merdivenlere tırmanmaya başladı. Maymun merdivenlere dokunur dokunmaz deneyciler tüm öteki maymunların üstüne çok soğuk su püskürttüler. Bir başka maymun muzu alma girişiminde bulununca, öteki maymunların üstüne bir kez daha soğuk su püskürttüler. Bir süre sonra maymunlar gruplarından hiç birinin muza doğru gitmesine izin vermez oldular.

 

     

‘Muza uzanma’ya karşı kültürel yasağın yerleşmesinden sonra, deneyciler soğuk suyu bir yana bıraktılar. İlk maymunlardan birini kafesten çıkararak yerine yeni birini getirdiler. Muzu gören yeni maymun ona doğru yöneldi. Şaşkınlık ve dehşet içinde, tüm öteki maymunların saldırısına uğradığını gördü. Bir başka girişimden ve saldırıdan sonra yeni maymun ne zaman merdivenlere tırmanmaya ve muzu almaya çalışacak olsa saldırıya uğrayacağını öğrendi ve muza yaklaşmaya son verdi. Kafesin ‘muza yaklaşma’ kültürüne alıştırılmış ve asimile edilmişti.

Bundan sonra deneyciler ilk beş maymundan birini daha çıkararak yerine yeni birini geçirdiler. İkinci yeni maymun merdivenlere gitti ve tahmin edileceği gibi saldırıya uğradı. Birinci yeni maymun bu cezalandırma eylemine coşku içinde katıldı! Benzer olarak, başlangıçtakilerden bir üçüncü maymun yeni biri ile değiştirildi, ve sonra bir dördüncü, ve sonra bir beşinci ile. Yeni maymun merdivenlere ilerlediği her keresinde öteki maymunların saldırısına uğradı. Onu döven maymunların çoğunun niçin kendilerinin merdivenlere çıkmalarına izin verilmediği ya da niçin en yeni maymunu dövmeye katıldıkları konusunda hiçbir fikirleri yoktu. Başlangıçtaki tüm maymunlar değiştirildikten sonra, geri kalan maymunlardan hiç biri soğuk su ile ıslatılmamıştı. Buna karşın, maymunlardan hiç biri muza uzanmak için merdivenlere bir daha yaklaşmadı. Niçin yaklaşmadı? Çünkü, bildikleri kadarıyla, ‘buralarda işler her zaman böyle yürümüştür.’

 



 

 



 

Etik ve Küreselleşme / 2018.06.07 CKM

Etik ve Küreselleşme — 2018.06.07

Hak, Ahlak ve Etik

Hak, Ahlak ve Etik

İstenç ile tin edimsel dünyaya geçer; salt kuramsal olmaktan çıkar, kılgısal olur. İstenç kavramı gereği özgürdür ve istenç özgür olmaksızın istenç olamaz.

  • Hak dolaysız istenç ya da genel olarak özgürlüktür, ve "doğal hak" (ius naturale) terimi hakkın doğuştan olduğunu anlatır, doğadan geldiğini değil.
  • Ahlak duyuncun yargısını, kendini yargılayan istenci ilgilendirir.
  • Etik hakkı ve ahlakı kapsar ve duyunç tarafından doğrulanmış hak alanıdır. Etik normlar hem haklı hem de ahlaklıdır. Devlet alanını tanımlayan politika etik altına düşen bir kavramdır ve açıktır ki hak ve ahlak momentlerini kapsar.

 

Hak ilkin soyuttur, hiçbir belirlenimi, hiçbir sınırı yoktur ve bu belirsizlik içinde insanın herşeye hakkı vardır.

Önemli olan hakkın "haksız" olmamasıdır. Buna yine istenç karar verir — ve o zaman o özgürlük yetisine duyunç deriz ve "haksızlık" kavramının kendisi doğrudan doğruya ahlak alanına geçildiğini imler.

Neyin haklı ve neyin haksız olduğuna karar vermek duyuncun işidir. Ve duyunç özgürlüktür. Özgürlük bilincinin olmadığı ya da yalnızca tekerkin istencinin geçerli olduğu despotik dönemde yaygın olarak duyuncun işini yine tekil bireyler üstlenir ve istençsiz halklara moral doğrularını tanrılar adına bildirirler.

 



Hak ve Ahlak

Hak ve Ahlak

  • Bir ansiklopedi "İnsan hakları moral ilkeler ya da normlardır" der ("Human rights are moral principles or norms"; W).
  • Aynı Wikipedia "Morality" başlığı altında ahlakı şöyle tanımlar: "Ahlak uygun olarak ayırdedilen ve uygun olmayan olarak ayırdedilen niyetleri, kararları ve eylemleri ayırdetmedir." :: "Morality (from Latin: mōrālis, lit. 'manner, character, proper behavior') is the differentiation of intentions, decisions and actions between those that are distinguished as proper and those that are improper." (W)

 

"Moral normlar" anlatımı ile denmek istenen "moral olarak aklanan normlar"dır, çünkü "insan hakları" tikel yasal belirlenimlerdir. "Moral normlar" anlatımı biraz sakattır, çünkü dışsal olarak verili ve sorgusuzca kabul edilmesi gereken ilkeleri anlatır. "Moral normlarını" dışsal yetkeden alan duyunç büyümez. "Şu doğrudur," ya da "bu doğrudur," ya da "Şu değil de bu iyidir ya da kötüdür" gibi sözde moral normlar duyuncu boyun eğmeye eğitir ve öznel özgürlüğü çiğner. İnsan hakları, örneğin "konuşma hakkı ya da özgürlüğü," "basın özgürlüğü," "seçme ve seçilme özgürlüğü" vb. gibi belirli haklar moral normlar değil, ama duyunç tarafından aklanan etik belirlenimlerdir. "Morality" için verilen tanım bir insan "yetisinin, " iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve eğriyi, haklıyı ve haksızı ayırdetme yetisinin tanımıdır ve hiç kuşkusuz "ahlak" için geçerli bir tanımdır. Ahlak duyuncun işlevidir.

Bir kavramı tanımlamak geçersizdir, çünkü tanımda kullanılan kavramların kendilerini de tanımlamak gerekir.

"Mülkiyet" bir "moral norm" değil, bir haktır, moral yargı altına alınabilir ve genel olarak hakkın ya da belirli hakkın haklılığı sorgulanabilir. Bir hakkın haklılığı hakkın kendisi tarafından sorgulanmaz. Hak ancak duyunç tarafından doğrulanabilir ya da yadsınabilir.

İnsanın salt insan olduğu için hakkı vardır. Bu ilkenin bilince çıkması için Tarihin binlerce yıllık emeği gerekli oldu. Hakkın evrenselliği tüm insanların eşitliğinin temelidir. Hak doğal ve kültürel ayrımlar ile göreli değildir ve hiçbir dışsal koşula bağlı olmaksızın insan doğasına ait olduğu için saltıktır.

Hak ben olarak istencin karşısındaki tüm dışsallıkta hiçbir başka, hiçbir yabancı nesne, hiçbir kendinde-şey vb., genel olarak hiçbir sınırlama bulmamasını anlatır. Hak bu anlamda istenç olarak benin sonsuzluğu ile birdir: Doğal ve tinsel tüm evren hakkımdır ve istencime ya da özgürlüğüme kapalı değildir.

Hak kavramının bilgi kavramından ayrımı istenç olarak benin kavram olarak benden ayrımı gibidir. Bilgi de hiçbir başkayı, ona kapalı hiçbir kendinde-şeyi kabul etmez ve genel olarak usun us ile, insansal usun evrenin ussallığı ile özdeşliği üzerine dayanır. Hak yalnızca kendinde özgürlük değil, tüm varoluş karşısında özgürlüktür.

 



İnsan Doğası ve İyi ve Kötü

İnsan Doğası ve İyi ve Kötü

İnsan doğal olarak iyi ya da kötü değildir. İnsan tinsel olarak iyi ya da kötüdür.

Tanrının insan doğasını iyi yaptığı ve insana iyiye doğru bir yatkınlık verdiği görüşü bir görüştür. Bu görüş tüm dinsel görüşler gibi insan usundan doğar ve kutsal kitaplardan çıkarak İnsan Hakları Bildirgelerine geçer.

Ve şimdi insanın niçin iyi olma eğiliminde olduğu ya da gerçekten de öyle olup olmadığı sorularına verilen tanrısal yanıtın yerini ussal yanıtın alması gerekir.

Etik olarak doğru olanı bilmek ve gene de onu uygulamamak olanaksızdır. Eğer insan doğru olanı bildiğini ve gene de yapmadığını düşünüyorsa, bunun nedeni bilgisinin tikele sınırlı olmasıdır. Bilgi her durumda evrenselindir.

 



İnsan Hakları Listeleri

İnsan Hakları Listeleri

The Universal Declaration of Human Rights (Full Text)

The Universal Declaration of Human Rights

The Declaration was proclaimed by the United Nations General Assembly in Paris on 10 December 1948.

 

Preamble

Whereas recognition of the inherent dignity and of the equal and inalienable rights of all members of the human family is the foundation of freedom, justice and peace in the world,

Whereas disregard and contempt for human rights have resulted in barbarous acts which have outraged the conscience of mankind, and the advent of a world in which human beings shall enjoy freedom of speech and belief and freedom from fear and want has been proclaimed as the highest aspiration of the common people,

Whereas it is essential, if man is not to be compelled to have recourse, as a last resort, to rebellion against tyranny and oppression, that human rights should be protected by the rule of law,

Whereas it is essential to promote the development of friendly relations between nations,

Whereas the peoples of the United Nations have in the Charter reaffirmed their faith in fundamental human rights, in the dignity and worth of the human person and in the equal rights of men and women and have determined to promote social progress and better standards of life in larger freedom,

Whereas Member States have pledged themselves to achieve, in co-operation with the United Nations, the promotion of universal respect for and observance of human rights and fundamental freedoms,

Whereas a common understanding of these rights and freedoms is of the greatest importance for the full realization of this pledge,

Now, Therefore THE GENERAL ASSEMBLY proclaims THIS UNIVERSAL DECLARATION OF HUMAN RIGHTS as a common standard of achievement for all peoples and all nations, to the end that every individual and every organ of society, keeping this Declaration constantly in mind, shall strive by teaching and education to promote respect for these rights and freedoms and by progressive measures, national and international, to secure their universal and effective recognition and observance, both among the peoples of Member States themselves and among the peoples of territories under their jurisdiction. 

Article 1.

All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood.

Article 2.

Everyone is entitled to all the rights and freedoms set forth in this Declaration, without distinction of any kind, such as race, colour, sex, language, religion, political or other opinion, national or social origin, property, birth or other status. Furthermore, no distinction shall be made on the basis of the political, jurisdictional or international status of the country or territory to which a person belongs, whether it be independent, trust, non-self-governing or under any other limitation of sovereignty.

Article 3.

Everyone has the right to life, liberty and security of person.

Article 4.

No one shall be held in slavery or servitude; slavery and the slave trade shall be prohibited in all their forms.

Article 5.

No one shall be subjected to torture or to cruel, inhuman or degrading treatment or punishment.

Article 6.

Everyone has the right to recognition everywhere as a person before the law.

Article 7.

All are equal before the law and are entitled without any discrimination to equal protection of the law. All are entitled to equal protection against any discrimination in violation of this Declaration and against any incitement to such discrimination.

Article 8.

Everyone has the right to an effective remedy by the competent national tribunals for acts violating the fundamental rights granted him by the constitution or by law.

Article 9.

No one shall be subjected to arbitrary arrest, detention or exile.

Article 10.

Everyone is entitled in full equality to a fair and public hearing by an independent and impartial tribunal, in the determination of his rights and obligations and of any criminal charge against him.

Article 11.

(1) Everyone charged with a penal offence has the right to be presumed innocent until proved guilty according to law in a public trial at which he has had all the guarantees necessary for his defence.
(2) No one shall be held guilty of any penal offence on account of any act or omission which did not constitute a penal offence, under national or international law, at the time when it was committed. Nor shall a heavier penalty be imposed than the one that was applicable at the time the penal offence was committed.

Article 12.

No one shall be subjected to arbitrary interference with his privacy, family, home or correspondence, nor to attacks upon his honour and reputation. Everyone has the right to the protection of the law against such interference or attacks.

Article 13.

(1) Everyone has the right to freedom of movement and residence within the borders of each state.
(2) Everyone has the right to leave any country, including his own, and to return to his country.

Article 14.

(1) Everyone has the right to seek and to enjoy in other countries asylum from persecution.
(2) This right may not be invoked in the case of prosecutions genuinely arising from non-political crimes or from acts contrary to the purposes and principles of the United Nations.

Article 15.

(1) Everyone has the right to a nationality.
(2) No one shall be arbitrarily deprived of his nationality nor denied the right to change his nationality.

Article 16.

(1) Men and women of full age, without any limitation due to race, nationality or religion, have the right to marry and to found a family. They are entitled to equal rights as to marriage, during marriage and at its dissolution.
(2) Marriage shall be entered into only with the free and full consent of the intending spouses.
(3) The family is the natural and fundamental group unit of society and is entitled to protection by society and the State.

Article 17.

(1) Everyone has the right to own property alone as well as in association with others.
(2) No one shall be arbitrarily deprived of his property.

Article 18.

Everyone has the right to freedom of thought, conscience and religion; this right includes freedom to change his religion or belief, and freedom, either alone or in community with others and in public or private, to manifest his religion or belief in teaching, practice, worship and observance.

Article 19.

Everyone has the right to freedom of opinion and expression; this right includes freedom to hold opinions without interference and to seek, receive and impart information and ideas through any media and regardless of frontiers.

Article 20.

(1) Everyone has the right to freedom of peaceful assembly and association.
(2) No one may be compelled to belong to an association.

Article 21.

(1) Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
(2) Everyone has the right of equal access to public service in his country.
(3) The will of the people shall be the basis of the authority of government; this will shall be expressed in periodic and genuine elections which shall be by universal and equal suffrage and shall be held by secret vote or by equivalent free voting procedures.

Article 22.

Everyone, as a member of society, has the right to social security and is entitled to realization, through national effort and international co-operation and in accordance with the organization and resources of each State, of the economic, social and cultural rights indispensable for his dignity and the free development of his personality.

Article 23.

(1) Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment.
(2) Everyone, without any discrimination, has the right to equal pay for equal work.
(3) Everyone who works has the right to just and favourable remuneration ensuring for himself and his family an existence worthy of human dignity, and supplemented, if necessary, by other means of social protection.
(4) Everyone has the right to form and to join trade unions for the protection of his interests.

Article 24.

Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.

Article 25.

(1) Everyone has the right to a standard of living adequate for the health and well-being of himself and of his family, including food, clothing, housing and medical care and necessary social services, and the right to security in the event of unemployment, sickness, disability, widowhood, old age or other lack of livelihood in circumstances beyond his control.
(2) Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection.

Article 26.

(1) Everyone has the right to education. Education shall be free, at least in the elementary and fundamental stages. Elementary education shall be compulsory. Technical and professional education shall be made generally available and higher education shall be equally accessible to all on the basis of merit.
(2) Education shall be directed to the full development of the human personality and to the strengthening of respect for human rights and fundamental freedoms. It shall promote understanding, tolerance and friendship among all nations, racial or religious groups, and shall further the activities of the United Nations for the maintenance of peace.
(3) Parents have a prior right to choose the kind of education that shall be given to their children.

Article 27.

(1) Everyone has the right freely to participate in the cultural life of the community, to enjoy the arts and to share in scientific advancement and its benefits.
(2) Everyone has the right to the protection of the moral and material interests resulting from any scientific, literary or artistic production of which he is the author.

Article 28.

Everyone is entitled to a social and international order in which the rights and freedoms set forth in this Declaration can be fully realized.

Article 29.

(1) Everyone has duties to the community in which alone the free and full development of his personality is possible.
(2) In the exercise of his rights and freedoms, everyone shall be subject only to such limitations as are determined by law solely for the purpose of securing due recognition and respect for the rights and freedoms of others and of meeting the just requirements of morality, public order and the general welfare in a democratic society.
(3) These rights and freedoms may in no case be exercised contrary to the purposes and principles of the United Nations.

Article 30.

Nothing in this Declaration may be interpreted as implying for any State, group or person any right to engage in any activity or to perform any act aimed at the destruction of any of the rights and freedoms set forth herein.

 



The Universal Declaration of Human Rights (Abbreviated)

The Universal Declaration of Human Rights (Abbreviated)

Article 1 Right to Equality
Article 2 Freedom from Discrimination
Article 3 Right to Life, Liberty, Personal Security
Article 4 Freedom from Slavery
Article 5 Freedom from Torture and Degrading Treatment
Article 6 Right to Recognition as a Person before the Law
Article 7 Right to Equality before the Law
Article 8 Right to Remedy by Competent Tribunal
Article 9 Freedom from Arbitrary Arrest and Exile
Article 10 Right to Fair Public Hearing
Article 11 Right to be Considered Innocent until Proven Guilty
Article 12 Freedom from Interference with Privacy, Family, Home and Correspondence
Article 13 Right to Free Movement in and out of the Country
Article 14 Right to Asylum in other Countries from Persecution
Article 15 Right to a Nationality and the Freedom to Change It
Article 16 Right to Marriage and Family
Article 17 Right to Own Property
Article 18 Freedom of Belief and Religion
Article 19 Freedom of Opinion and Information
Article 20 Right of Peaceful Assembly and Association
Article 21 Right to Participate in Government and in Free Elections
Article 22 Right to Social Security
Article 23 Right to Desirable Work and to Join Trade Unions
Article 24 Right to Rest and Leisure
Article 25 Right to Adequate Living Standard
Article 26 Right to Education
Article 27 Right to Participate in the Cultural Life of Community
Article 28 Right to a Social Order that Articulates this Document
Article 29 Community Duties Essential to Free and Full Development
Article 30 Freedom from State or Personal Interference in the above Rights

 



What are human rights?

What are human rights?

United Nations
Human Rights
Office of High Commissioner (LINK)

Human rights are rights inherent to all human beings, whatever our nationality, place of residence, sex, national or ethnic origin, colour, religion, language, or any other status. We are all equally entitled to our human rights without discrimination. These rights are all interrelated, interdependent and indivisible.

Universal human rights are often expressed and guaranteed by law, in the forms of treaties, customary international law , general principles and other sources of international law. International human rights law lays down obligations of Governments to act in certain ways or to refrain from certain acts, in order to promote and protect human rights and fundamental freedoms of individuals or groups.

 



WHAT ARE HUMAN RIGHTS? (SIMPLIFIED VERSION)

WHAT ARE HUMAN RIGHTS? (LINK)

United Nations
Universal Declaration of Human Rights

 

Simplified Version
This simplified version of the 30 Articles of the Universal Declaration of Human Rights has been created especially for young people.

1. We Are All Born Free & Equal. We are all born free. We all have our own thoughts and ideas. We should all be treated in the same way.

2. Don’t Discriminate. These rights belong to everybody, whatever our differences.

3. The Right to Life. We all have the right to life, and to live in freedom and safety. 

4. No Slavery. Nobody has any right to make us a slave. We cannot make anyone our slave. 

5. No Torture. Nobody has any right to hurt us or to torture us. 

6. You Have Rights No Matter Where You Go. I am a person just like you! 

7. We’re All Equal Before the Law. The law is the same for everyone. It must treat us all fairly. 

8. Your Human Rights Are Protected by Law. We can all ask for the law to help us when we are not treated fairly. 

9. No Unfair Detainment. Nobody has the right to put us in prison without good reason and keep us there, or to send us away from our country. 

10. The Right to Trial. If we are put on trial this should be in public. The people who try us should not let anyone tell them what to do. 

11. We’re Always Innocent Till Proven Guilty. Nobody should be blamed for doing something until it is proven. When people say we did a bad thing we have the right to show it is not true. 

12. The Right to Privacy. Nobody should try to harm our good name. Nobody has the right to come into our home, open our letters, or bother us or our family without a good reason. 

13. Freedom to Move. We all have the right to go where we want in our own country and to travel as we wish. 

14. The Right to Seek a Safe Place to Live. If we are frightened of being badly treated in our own country, we all have the right to run away to another country to be safe. 

15. Right to a Nationality. We all have the right to belong to a country.

16. Marriage and Family. Every grown-up has the right to marry and have a family if they want to. Men and women have the same rights when they are married, and when they are separated.

17. The Right to Your Own Things. Everyone has the right to own things or share them. Nobody should take our things from us without a good reason.

18. Freedom of Thought. We all have the right to believe in what we want to believe, to have a religion, or to change it if we want.

19. Freedom of Expression. We all have the right to make up our own minds, to think what we like, to say what we think, and to share our ideas with other people.

20. The Right to Public Assembly. We all have the right to meet our friends and to work together in peace to defend our rights. Nobody can make us join a group if we don’t want to.

21. The Right to Democracy. We all have the right to take part in the government of our country. Every grown-up should be allowed to choose their own leaders.

22. Social Security. We all have the right to affordable housing, medicine, education, and childcare, enough money to live on and medical help if we are ill or old.

23. Workers’ Rights. Every grown-up has the right to do a job, to a fair wage for their work, and to join a trade union.

24. The Right to Play. We all have the right to rest from work and to relax.

25. Food and Shelter for All. We all have the right to a good life. Mothers and children, people who are old, unemployed or disabled, and all people have the right to be cared for.

26. The Right to Education. Education is a right. Primary school should be free. We should learn about the United Nations and how to get on with others. Our parents can choose what we learn.

27. Copyright. Copyright is a special law that protects one’s own artistic creations and writings; others cannot make copies without permission. We all have the right to our own way of life and to enjoy the good things that art, science and learning bring.

28. A Fair and Free World. There must be proper order so we can all enjoy rights and freedoms in our own country and all over the world.

29. Responsibility. We have a duty to other people, and we should protect their rights and freedoms.

30. No One Can Take Away Your Human Rights.

 



 

"Hak" kavramının genelliği ya da soyutluğu haklara pozitif bir belirlilik verme, hakların bir listesini çıkarma girişimlerine götürür. Ama bu listeler her zaman keyfi ve eksiktir. Konuşma ya da anlatım özgürlüğü, yolculuk özgürlüğü ya da istenilen bir yerde yerleşme özgürlüğü, seçme, seçilme, gösteri, mülkiyet, sözleşme vb. özgürlükleri — tümü de bu belirli hakların örnekleridir.

Krallar, imparatorlar, sultanlar bütün ülkeleri, giderek kıtaları tekil istençlerinin hakları olarak gördüler. Sözde "liberalizmin babası" John Locke "köle edinme" hakkını bile akladı ve insanların dirimsiz mallar gibi alınıp satılmasında doğal hakka aykırı birşey görmedi, aslında bu "hakkı" tanrısal haktan türettiğini ileri sürdü.

İnsan doğal olarak hak yetisi ile donatılı olsa da, bu belirli haklar konusunda hiçbirşey söylemez. Pozitif hak dizgelerini geliştirme işi tarihsel kültürlere, Hammurabi'ye, Likurgus'a Solon'a, Justinian'a, Kanuni'ye, Napoleon'a düşer.

 

Görgücülük ve Doğal Hak Kuramı

"Doğal haklar" kuramı modern dönemi tanımlayan özgürlük kavramının başka bir düzlemdeki, istenç ve genel olarak dış dünya arasındaki ilişki düzlemindeki anlatımıdır. Hak özgürlüğün pozitif anlatımı olarak kendini bütün bir etik yaşamın belirlenimlerinde somutlaştırır. Ve özgürlük modern Avrupa devrimlerinin biricik ereği idi. Doğal haklar kuramı monarşilerin sonunu imliyordu. Ve bir "kuram" olduğu için, bir "olgu" olmadığı için, görgücülüğün terminolojisine göre "metafiziksel" idi.

Gögücülük ondan beklenebileceği gibi doğal haklar kavramını reddetti. Yararcı Bentham'a göre doğal haklar "are simple nonsense: natural and imprescriptible rights, rhetorical nonsense, — nonsense upon stilts.” Yine ona göre, yalnızca pozitif haklar, daha şimdiden birer olgu olarak varolan haklar “any determinate and intelligible meaning” taşırlar.

Bu erken pozitivistler "doğal haklar" kuramını statüko için zararlı olarak, iç karışıklık, başkaldırı ve yasalara direniş yaratacak "anarşik aldatmacalar/anarchical fallacies" olarak gördüler.

Us her zaman tutkuların kölesidir diyen David Hume'un ahlak üzerine görüşleri tahmin edilebilir.

 

İnsanın haksızlık dışında herşeye hakkı vardır. Hakkı aklamak için hakkın kendisinden başka bir ölçüt gerekmez. Yararlık hakkı aklarsa, birşey bana yararlı olduğu için haklı olacaktır. En büyük çoğunluğun hakkı azınlığın hakkını çiğneyecekse, yararlık kalkülüsü gereği böyle birşeye izin vardır. Ama bu çoğunluğun diktatörlüğünden ve "güç haktır" ilkesinden başka birşey demek değildir. Görgücülüğün böyle grotesk düşünceleri despotik kültürler dışında hiçbir yerde uygulamaya koyulmaz ve gerçekten de görgücü "etik kuramları" Avrupa'da devrimlere karşı despotizmi savunmak için amaçlanmış ve dosdoğru realite tarafından çürütülmüşlerdir.

 



Hakların Aklanması

Hakların Aklanması

Hak kavramının bilgisi hak kavramının edimselleşmesi ile birlikte gider. Modern dönemde evrensel özgürlük bilincinin doğuşu ve evrensel insan haklarının bilincinin doğuşu aynı sürecin iki yanıdır.

İstenç ya da özgürlük çıkarsandığında, hak kavramı da çıkarsanmıştır. Usun çıkarsaması gerçek çıkarsamadır ve insanın niçin haklıdan, iyiden, doğrudan yana olduğu sorusunun yanıtını bu kavramlar verir. İstenç kendinde iyiyi ister ve duyunç ancak doğru olanı aklayabilir.

 



Mülkiyet

Mülkiyet

  • Mülkiyet istencin bir belirlenimidir ve dışsal şeyler ancak istenç ile ilişki içinde mülkiyet olurlar.
  • İyelik ancak onda istenç kapsandığı zaman mülkiyet olur. Mülkiyet tam olmalıdır.
  • Mülkiyetin bir hak olması haklılığının tanıtlamasını bir totoloji yapar.
  • İstencin bireysel olması mülkiyeti bireysel ya da özel kılan etmendir. Ortak mülkiyet bireysel istencin onayına bağlıdır.
  • Mülkiyet eşitsizliği tarihseldir, doğal değil, ve insanın etik geriliğinden başka hiçbirşeye bağlı değildir.
  • Mülkiyet hakkı bütün bir tarih boyunca varolan bir hak idi. Nerede istenç varsa orada mülkiyet vardır. Asya’nın sorunu istencin yokluğu değil, ama yalnızca bir insanın istencinin geçerli olması idi. Halk istençsiz ve mülkiyetsiz iken, tüm varsıllık, tüm kaynaklar, giderek insanların kendileri bile imparatorun istenci altında idi.

 



Mülkiyet ve İyelik

Mülkiyet ve İyelik

Mülkiyet istençtir. İyelik istenç değildir ve herhangi "birşey" herhangi "birşeye" iye olabilir.

Evrensel İnsan Hakları Bildirgesinde "mülkiyet" bir hak olarak kabul edilir (17'nci madde).

Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi, Article 17

  1. Everyone has the right to own property alone as well as in association with others.
  2. No one shall be arbitrarily deprived of his property.

 

Ama International Covenant on Civil and Political Rights ya da the International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights mülkiyeti bir hak olarak kabul etmez. European Convention on Human Rights (Protocol 1, Article 1) doğal ve tüzel kişiler için "iyeliklerinden barış içinde yararlanma" hakkını kabul eder ve bunun "genel çıkarlara ya da vergilerin ödenmesine" altgüdümlü olduğunu ekler.

 

"Labor theory of property" ya da "emek mülkiyet kuramı"


Bu kuram mülkiyet kavramı ile ya da "doğal yasa" ile ilgisiz yapay bir mülkiyet tasarımıdır. Başlıca John Locke tarafından ileri sürülen "kuram" mülkiyetin ancak doğal kaynaklar üzerinde emek harcanması yoluyla ortaya çıkabileceğini ve buna göre toprağın bir emekçi ona emeğini kattığı zaman onun mülkiyeti olduğunu savunur. Columbus ancak bütün bir kıta toprağını emeği ile işlediği zaman onun üzerinde mülkiyet hakkı ileri sürebilecektir.

Bu "kuram" yalnızca arkasında John Locke adı olduğu için dikkate alınır.

Yine, John Locke bu enteresan emek mülkiyet kuramının bile Amerikan Yerlileri için geçerli olmadığını ileri sürdü. Bu kuram hiç kuşkusuz yerlilerin elinden topraklarının alınmasını haksız olmayan bir edim olarak göstermeye yaradı.

Bu türesizliğe ek olarak, Royal African Company'de hisseleri olan John Locke'un yazdığı anayasalarda efendilerin Afrikalı köleleri üzerinde "saltık güç ve yetkeleri" vardır (“absolute power and authority”).

John Locke'un insanlık dışı kuramlar üretmiş olması anlaşılmayacak birşey değildir. Anlaşılması olanaksız olan şey John Locke'un "liberalizmin babası" olarak, bir özgürlük felsefecisi olarak görülmesi, öte yandan Jan-Jacques Rousseau gibi bir ussalcının bir tiranlık savunucusu yapılmasıdır.

 



Mülkiyetin Ussallığı

Mülkiyetin Ussallığı

Hiçbir insanın bir geçinme aracı trilyonlarca dolara gereksinimi yoktur. Mülkiyetin ussallığı bir gereksinim olmasında değil, istencin dolaysız belirlenimi olmasında, kendinde bir erek olmasında yatar. Bu onu gereksinim ekonomisinin bir bileşeni değil ama tüketim ekonomisinin kapitali yapan olgudur. Ve bu olgu ekonominin büyümesini bütün bir etik yapının gelişiminin bir bileşeni yapar.

Genel olarak Şey, özdeksel ve tinsel Herşey mülkiyet olabilir, Tüm şeyler bir istenç nesnesi ya da "benim" olabilir. Mülkiyet şeyin fiziksel ya da entellektüel kullanımını ya da yararını ilgilendirmez. Yararsız ya da kullanılmayan şey de mülkiyet olabilir.

Mülkiyet istenç özgürlüğünün ilk belirlenimidir ve mantıksal ya da kavramsal olarak moral gelişimi önceler. Dolaysız istenç olarak mülkiyete bencillik, hırs, açgözlülük, ahlaksızlık vb. gibi belirlenimlerin yüklenmesine neden olan şey mülkiyetin duyunç gelişimini öncelemesi olgusudur. Mülkiyet dolaysız, duyunçsuz istençtir ve yasalar yoluyla düzenleme koşulu altında durur.

Evrensel mülkiyet hakkı modern yurttaş toplumu ile birlikte doğar. Serf ya da kul toplumundan doğan yurttaş toplumu başlangıçta tüm etik eksikliklerin yanısıra duyunç hamlığına bağlı olanları da sergiler ve mülkiyet özgürlüğü hiçbir yasal, törel ve moral kısıtlama olmaksızın uygulanır.

Yurttaş toplumu başlangıçta içinden doğduğu feodal toplumun süredurumunu kapsar. Politik yapı da monarşiden doğuşun artıklarını kapsar ve henüz ne toplum ne de devlet insan haklarının bilincindedir. Çocuk hakları, kadın hakları, erkek hakları, genel olarak İnsan hakları mülkiyet ilişkileri düzleminde sonuna dek çiğnenir. Yasalar, etik düzenlemeler sonradan gelir. Ahlaka her zaman haksızlıktan geçilir.

Mülkiyet iyelerinin mülkiyetlerini değiş-tokuş etme ilişkisi sözleşmedir. İşbölümü mülkiyet ilişkileri ile, toplumsal ilişkiler ile birlikte gider. Sözleşme toplumsal ilişkinin biricik biçimidir ve bu nedenle toplum alanı baştan sona ekonomik alandır. Toplum Aile ya da Devlet değildir.

Kölenin mülkiyeti olamaz çünkü kendisi mülkiyettir. Serflerin ve kulların da mülkiyetleri olamaz çünkü istençleri yoktur, özgür değildirler ve bu nedenle eylemsizdirler. Ancak yurttaşın mülkiyeti olabilir, çünkü kölenin vb. tersine yurttaş istencinin bilincinde olan özgür insandır. Yurttaş yalnızca insanlığı ile belirlenir, dili, dini, etnik kökeni, eşeyi vb. ile değil.

Yurttaş Toplumu toplumun kavramına uygun gerçek edimselleşmesidir ve bütün bir üretim ve ekonomi süreci toplumun işlevidir. Devlet ancak toplumun ekonomi yapamadığı yerde ekonomik girişimleri üstlenmek zorunda kalır. Özgürlük bilincinin yokluğu bu durumu işlerin haklı ve doğru durumu olarak kabul eder ve ekonomiyi devletin görevi olarak görür.

Mülkiyet kategorisi dolaysız biçiminde düşünüldüğünde hiçbir sınır tanımaz, tüm evren istencin mülkiyeti olabilir. İnsanın hakkı genel olarak sonsuzdur ya da tüm evren insanın hakkıdır. İnsan karşısında onun istencine ve egosuna yabancı hiçbirşey tarafından, hiçbir kendinde-şey tarafından, hiçbir yabancı, bilinemez, gizemli vb. alan tarafından sınırlanmayı kabul etmez. Nous tüm evrenin özüdür ve Nous insanın da özüdür.

Mülkiyet soyut istenç ya da hak alanının bir kategorisi olarak ahlak ya da duyunç alanına altgüdümlüdür. Belirli mülkiyet hakkı saltık değildir ve duyunç ya da ahlak alanının daha yüksek istenci altında durur. Mülkiyet sınırlanabilir, kamulaştırılabilir, vergilendirilebilir ya da açıkça mülkiyete el koyulabilir. Modern mülkiyet eşitsizliği sorunu bu nedenle bir ulusun duyuncunu ilgilendirir.

Devlet bir istenç olarak mülkiyet iyesi olabilir ve imparatorluklar durumunda tüm mülk imparatora aittir ve halk istençsiz, özgürlüksüz bir uyruklar, kullar, köleler ya da serfler toplumudur. Mülkiyetin ulusallaştırılması ya da devlete aktarılması bireysel istencin silinmesidir. Eğer bireysellik gelişmemişse ve toplum henüz bir yurttaş toplumu değilse, mülkiyetin devletleştirilmesi hiçbir direnç ile karşılaşmaz, çünkü mülkiyet aşağı yukarı daha şimdiden yoktur.

Mülkiyet kötülük değildir. Mülkiyet istencin tikelleşmesidir.

 



New York ve Göçmenler: Kent, Etik, Eşitsizlik (VİDEO)



New York: A Documentary Episode 3 Sunshine And Shadow

Mülkiyet ve İstenç ve Duyunç

Mülkiyet ve İstenç ve Duyunç

Mülkiyet istençtir, fiziksel ya da tinsel bir nesne değil, ve bir tanımda değil ama ancak kavramsal bağıntılarında anlaşılabilir.

Mülkiyet ne fetiştir, ne de birinin sandığı gibi hırsızlık (hırsızlığın kendisi mülkiyeti öncülü olarak gerektirir). Mülkiyet her istenç belirlenimi gibi özgürlük anlatımıdır ve insanın moral usunun, duyuncunun gücü altındadır, tersi değil. Sorun bu moral özgürlüğün uyanmışlık, büyümüşlük, gelişmişlik düzeyinde yatar.

Mülkiyet özgür olmayan bilinç için korkutucudur, ve gerçekten de öyle olması gerekir. İlk olarak, bir özgürlük anlatımı olduğu için, çünkü despotik bilinç özgürlüğün tüm belirlenimlerinden, genel olarak özgürlükten korkar. onda kendi yitişini görür. İkinci olarak, despotik istencin kendisinin elinde mülkiyet edimsel olarak korkutucu olur, çünkü bu ham istenç henüz moral değildir. Bu istenç güdüsünü "hırs" denilen dürtüden alır ve moral öz-denetimden yoksundur. Özgürlük bilincinden yoksun insan hırsı yok etmenin yolunun onun nesnesini ortadan kaldırmak olduğuna inanır. Ama mülkiyetin ortadan kaldırılması hırsın ortadan kaldırılması değildir ve soyut hakkın bastırılması kendini moral ve etik geriliğin sürmesinde tamamlar.

İdeoloji mülkiyet hakkının ortadan kaldırılması ile tüm kötülüklerin ortadan kalkacağı yanılsamasıdır. Bu programda insan doğası, insanın moral gelişebilirliği gibi kavramlar metafiziksel olarak görülür ve reddedilir ve sonuç etik-dışı ya da etik-öncesi karakterin ortaya çıkışıdır.

Bireysel ya da özel mülkiyet hakkının ortadan kaldırılması için genel olarak hakkın ortadan kaldırılması zorunludur.

Mülkiyet hakkının ortadan kaldırılması ile birlikte bütün bir ekonomi de ortadan kalkar ve insanların gereksinimleri bir tür köle emeği tarafından karşılanmaya başlar. Planlı ekonomi, devlet ekonomisi gerçekte us-dışı ve etik-dışı ekonomidir ve işlemez. Ekonomi özgür sözleşme ilişkisi temelinde işleyen etik alanıdır, bütününde yurttaş toplumunun, özgür bireysel istencin etkinliğidir. Ekonomi toplumun işidir, devletin değil, çünkü mülkiyet kişi olarak yurttaşın mülkiyetidir, devletin değil. Mülkiyet bir hak olarak bütününde özgür yurttaşa aittir ve mülkiyet üzerindeki yaptırımları yine yurttaşın istenci olarak yasama gücü belirler. Bir gereksinimler dizgesi olarak modern toplumun gereksinimlerinin devlet tarafından belirlenmesi ne olanaklı ne de gereklidir. Mülkiyet genel istencin egemenliği olan yasama gücüne altgüdümlüdür.

 



     

İnsan Doğası (ÖZET) Görgücülük ve Ussalcılık  

Geometrinin Problemi

Geometrinin Problemi

Geometri en sonunda belitler (axiomlar) üzerine dayanır ve tüm geometrik tanıtlama belitlerin bireşiminden (axiomların sentezinden) oluşur. Ama belitler tasarımsaldır, çünkü kendileri tanıtlama isteyen terimler kapsar. Örneğin "Nokta parçası olmayandır" beliti nokta kavramını parça, olumsuzlama ve koşaç terimlerinde tanımlar. "Parça," "olumsuzlama" ve "koşaç" belit tarafından verili olarak alınır. Ama bunların da tanıtlanmaları gerekir. Bu durum geometrik yöntemin kendisinin karakterine aykırıdır. Geometrik yöntem tasarımları da belitler yoluyla tanıtlamayı sürdürdüğü zaman bir sonsuz gerilemeye düşer.

Geometrik yöntem bilginin yöntemi değildir. Bu geometrinin yanlış olması demek değildir. Yönteminin yetersiz olması demektir. Geometri de tüm bilimler gibi en sonunda tüm tanımları, tasarımları, hipotezleri vb. ortadan kaldıran kavramsal tanıtlamaya gereksinir.

 



   

 



 

 

 

 

İdea Yayınevi Site Haritası | İdea Yayınevi Tüm Yayınlar
© Aziz Yardımlı 2017-2018 | aziz@ideayayinevi.com