Video (1)
Etik ve Küreselleşme / CKM 2017-18
Aziz Yardımlı

 

Etik ve Küreselleşme / CKM 2017-18 (1)


 

 

Etik ve Küreselleşme / 2017.10.12 CKM

Etik ve Küreselleşme — 2017.10.12


Etik

Etik — ἠθικός (ethikos), ἦθος (ethos/alışkanlık)

  • Hak
  • Ahlak
  • Etik
      • Aile
      • Toplum
      • Devlet
                • Anayasa
                • Uluslararası İlişkiler
                • Dünya Tarihi

 

Doğal bilinç etik (törellik) ve ahlak kavramlarını ayırdedemez ve sık sık bir duyunç işlevi olan ahlakı etik yerine alır.

  • Etik hak ve ahlak alanlarını öncülleri olarak alır.
  • Etik aile, toplum ve devlet için normlar ile ilgilidir.

 

  • Ahlak içsellik alanıdır. Etik dışsallık alanıdır.
  • Ahlak "gerek" alanıdır. Etik "dir" alanıdır.

 

Bir yandan, etik olan herşey moral olarak aklanmış olduğu için etik olan moral olan gibi görünür. Öte yandan, etik kavramının kendisi imlediği doğruluk, dürüstlük, haklılık belirlenimlerinden ötürü moral yargı ölçütü olarak görünür. Ahlak temeldir. Etik ahlak üzerine dayanır. Ya da, etik norm moral olarak aklanmalıdır.

Davranış alışkanlıklarının sorgulanamaz etik normlar olarak geçerli olması kültürün pıhtılaşmasıdır.

Alışkanlık
belli davranış normlarını değişmez geleneklere çevirir ve gelenek sorgulanmadığı ve yalnızca "geldiği" için davranış ölçütü olan normdur. Gelenek kendini moral olarak aklama gereksiniminde değildir çünkü sorgulanmaya bağışık olduğu için gelenektir. Gelenek genel olarak etik normu akladığı düşünülen tanrısal yetkenin ya da monarşik yetkenin ya da ne olursa olsan herhangi bir başka dışsal yetkenin yerini almış olan budalalığın yetkesinden yararlanır.

Etik özgürlük gerektirir. Özgürlük-öncesi kültür biçimleri için etik yapılardan söz edemeyiz. Aile, toplum ve devlet istenç belirlenimleridir ve ancak istenç özgürlüğü altında ortaya çıkarlar. Taş devri etiği, feodal etik, halk etiği, kitle etiği gibi terimler birer oxymorondur.

Etik normlar tarihsel ve görelidir ve bu onların kalıcı olamayacakları anlamına gelir. Ataerkil bir aile yapısının normları alışkanlık zemininde etik olarak görünürken, modern eşitlik kavramına sarılan duyunç bu "etik" yapının gerçekte haksız, ahlaksız ve etik-dışı olduğu yargısına götürülür. Ya da bir lonca düzeni benzer olarak özgür tüzel kişi kavramının bilinci tarafından haksız, ahlaksız ve etik-dışı olarak yargılanır.

Modern etik duyunç özgürlüğü üzerine dayanır.


Çünkü modern etik kendiliğinden ya da bilinçsizce işleyen davranış kalıplarından değil, duyuncun akladığı ilişki biçimlerinden oluşur. Modern etik kendiliğinden oluveren birşey değildir. Bilinçsiz bir alışkanlık etiği değildir. Özgür istencin etiği olması bilgi üzerine dayanması demektir. Modern etik duyunç özgürlüğü üzerine dayandığı için sürekli olarak yargılanan ve sürekli olarak yenileşen ve iyileşen etiktir. Eetik belirlenimler ortaya çıkar çıkmaz eskir, çünkü henüz ideal değildirler, ve duyunç yetersizliklerine, geriliklerine, kabalıklarına dayanamaz.

Hak özgürlüğün (istencin) anlatımıdır ve ancak özgür insanın hakları vardır çünkü ancak özgür insan haklarını bilir. Hak, ahlak ve etik kavramları tümü de ancak bilgi ile birlikte oldukları ya da bilindikleri düzeye dek gizillikten edimselliğe yükselirler. Bir serf, bir kul, bir imparatorluk uyruğu kendi haklarının bilincinde değildir ve efendisi olan tekerkin onun için uygun gördüğü hak düzeyi ile yetinir. Uyruklar için tüm hak tekerke aittir, ve dahası sık sık tanrısal bir kayra dolayısıyla aittir. Yine, kullar, serfler vb. için bütün bir moral yaşam dışsal yetkeler tarafından belirlenir ve bu ön-modern karakterler için duyunç özgürlüğü gibi bir sorun yoktur, moral yargıda bulunmak onların işi değildir. Bütününde, ön-modern bilinçte yasa egemenin istencidir ve uyruğa yalnızca boyun eğmek, alışmak ve körelmek düşer.

Etik realite etik idealiteye erişinceye dek etik değildir.

Özgürlüğünün, istencinin bilincini kazanan insan için hak onun özgürlüğünün belirişidir; moral olarak neyin iyi ya da kötü, haklı ya da haksız vb. olduğuna kendi duyuncu ile karar verir, ve yasa onun kendi istencinin anlatımıdır. Tüm bu üç alanda da bilgi istence eşlik eder ve özgürlükleri özbilinçli istençleridir.

İstenç ilkin dolaysız, düşüncesizdir ve hakkı üzerinde hiçbir sınır tanımaz: Tüm dünya, tüm evren istence onun hakkı olarak görünür. Giderek insanları bile birer nesne düzeyine indirger, onları köleleştirir, ve bunun haksızlık olmadığını, aslında hak olduğunu düşünür (örneğin John Locke'un yaptığı gibi). Ve bütün bir kıtayı kendi adına ya da kraliçesi adına mülkiyet edinir. İstencin isteyemeyeceği, hakkı olarak göremeyeceği hiçbirşey yoktur. Herşey egoya, bene ait görünür.

İstencin bu dolaysızlıktan, bu sınırsızlıktan kendine dönmesi, kendini sorgulaması, duyuncun yargısı altına düşmesi ahlak alanını oluşturur. Bu içsellik ya da koşulsuz özgürlük bütünüyle soyut olarak öznellik alanıdır. Duyuncun yargılayamayacağı hiçbirşey yoktur.

Etik haklı ve ahlaklı olanın Aile, Toplum ve Devlet normlarında nesnelleşmesi, gerçek, somut, edimsel özgürlüktür.

 



Etiğin "Türleri"

Etik ve “Türleri”

Moral göreliliğin bir moral zemin sağladığını düşünen etik kolleksiyoncuları etik türlerinin listesini sıralamaya bayılır (örneğin Wikipedia, Ethics).

Etik öğretiler, modeller ya da kuramlar üretmek ancak insan doğasının bir bilgisinin yokluğu durumunda olanaklıdır. Etik kuramlar icat etme ve önerme eğilimi özgürlüksüz ve istençsiz despotik bilinçte bulunur.

Bilgisiz etik ön-modern despotik tutucu kültüre özgü alışkanlık etiğidir.

Hedonizm ve bunun alt-türleri (Kireanik ve Epikürcü hedonizmler), pragmatik etik, yararcı etik, deontolojik etik, sonuç-etiği (Konsequentialismus), pozitivist etik, giderek ‘nihilist’ etik tümü de istenç ve özgürlük kavramlarına tanımadıkları düzeye dek etik-dışı kuramlardır.

Hedonist ‘etik’ türleri haz ve acı duygularını moral olmanın ölçütü olarak alır ve kuramlarında haz verinin iyi ve ahlaksal, ve acı verenin kötü ve yanlış olduğu ölçütüne göre çıkarsamalar yaparlar.

İdeoloji doğal hak kavramını reddetmesi zemininde a priori etik-dışıdır ve evrensel insan haklarına, duyunç özgürlüğüne ve yasa egemenliğine karşı acımasız ve haksız yöntemler ile çarpışır.

Ödev uğruna ödev ya da kategorik imperativ kuramı duyuncun tikel ödev üzerindeki yargısını reddeder. Ödev pekala tikel durumlarda etik-dışı olabilir.



Despotik “Etik”

Despotik “Etik”

Dışsal ahlak ve alışkanlık "Etiği"


Özgürlüksüz ön-modern kültürde insan içine doğduğu kültürün ailesel, toplumsal ve politik normlarına uygun olarak şekillendirilmek üzere işlemden geçirilir, ezilir, dövülür, bükülür, yamulur ve sonuçta ortaya bir alışkanlıklar pıhtısı olmuş insan çıkar. Bu onun gerçek "kendisi" değildir. Böyle donuk kültürlerde "ahlak" denilen şeyin işlevi ahlakın kendisinin bastırılmasıdır. Başka bir deyişle, duyuncun köreltilmesidir. Duyunç gerçekte özgürlüğün tözüdür ve bütünüyle içsel ya da özneldir. Ona hiçbir dışsal güç erişemez, dokunamaz ve hiçbir dışsal yetke ne olursa olsun onu zorlayamaz.

Duyunç her insan yetisi gibi gelişme belirlenmiş bir yeti olduğuna göre, gelişmemişliği sürekli yanılgı içinde olması demektir. Ama despotik duyunç yanılmaz çünkü gelişmez. Ya da, işlevsel olmadığına göre edimsel olarak yoktur ve sessizce salt bir gizillik olarak kalmayı sürdürür.

Öyle görünür ki alışkanlığın pençesinden kurtulan duyuncu ancak ve ancak korku ya da terör durdurabilir ya da dondurabilir. O zaman bile insan korkmanın doğru ve moral olduğu yargısında bulunur.

Gelenek kültüründe insana dışsal moral normlar dayatılır ve insan onları üzerindeki yetkeler tarafından hazırlanmış olarak alır. Ön-modern kültürlerin "etik" yapılarından söz edilebileceği düzeye dek, böyle etik-karakter insan gizilliğinin, insan yetilerinin gelişiminin durdurulması, bastırılması, insanın büyümemesi ve küçük kalması demektir. Despotik karakter her zaman bir çocuk karakteridir.

Musa'nın yasaları böyle dışsal duyunç işlevini görürler. Arkalarında acımasız ve amansız bir Yehowa vardır ve boyun eğmemek sonsuz ceza demektir. Bütün tarihleri boyunca belirli bir toprağa yerleşemedikleri ve sürekli göç durumunda oldukları için, İsrail oğulları kentsel bir yaşam biçimini ve ona bağlı etik karakteri geliştiremediler. Dünya görüşleri içlerinde yalnızca geçici olarak yaşadıkları ama bütünleşemedikleri yüksek kültürlerden ödünç alındı. Göçebe kabilelere ancak dışsal buyruklar yoluyla etik yapıya benzer birşey kazandırılabilirdi. Musa'nın buyrukları aynı zamanda İsrail oğullarının neleri bilmediklerini ve nasıl yaşadıklarını gösteren belgelerdir. Mısır ve Mezopotamya kültürleri yerleşik kent kültürleridir ve bütün bir Batı uygarlığının kültürel temeline katılırlar. Musa "etiği" üzerine kurulu bir "uygarlık" düşüncesi paradoksaldir. Geleneksel Musa figürü Mezopotamya'nın yürürlükteki etiğini İsrail oğullarına ancak bir korku mitolojisi temelinde kabul ettirmeye çalışır. Eski Ahit yazarları mitolojilerini Mısır, Sümer, Babil ve başka Mezopotamya kaynaklardan türettiler. Mısır ve Mezopotamya'da insanların kent yaşamı gereği uydukları yasalar ve töreler İsrail kabileleri durumunda ancak korkutucu ve cezalandırıcı bir tanrının buyrukları olarak geçerli olabilirdi.

Korku üzerine dayanan bir buyruklar ahlakı duyunç özgürlüğü kavramını reddeder.

Musa’nın On Buyruğu

Musa’nın On Buyruğu

Geleneğe göre Eski Ahit'in ilk beş kitabının (Pentateuch = Genesis, Exodus, Leviticus, Sayılar ve Deuteronomy) Musa tarafından yazılmıştır. Gerçekte İÖ 6'ncı yüzyıldan İÖ 2'nci Helenistik yüzyıla dek süren uzun bir bileşim döneminde değişik yazarlar tarafından yazılmış, sürekli olarak yeniden düzenlenmiş, eklemeler ve çıkarmalar yapılmıştır. Birçok elin ve birçok yüzyılın işi olarak, Eski Ahit ne tarihsel olarak doğru veriler sunar ne de moral bir nitelik taşır.

 

  1. You shall have no other Gods but me.(Eski Ahit başka tanrıların varlığını yadsımaz. Bir tanrılar çokluğu arasında yalnızca biri İsrail oğullarının tikel tanrısıdır ve eğer burada "monoteizm" olacaksa, bu tikel bir "monoteizm" türüdür. Elohim ya da Yahweh henüz ne Evrensel ne de Birdir. Buna göre Hıristiyanların Tanrısı da Yahudiler için yalnızca bir "başka" tanrıdır. Bu tablo içinde Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın değişik "monoteizm" türleri olması gerekecektir.)
  2. You shall not make for yourself any idol, nor bow down to it or worship it. (Bu madde On Buyruğun Katolik listesinde bulunmaz. Roma Katolik Kilisesi için kemikler, yontular, pencere süsleri ve daha başka ıvır zıvır da kutsal tapınma nesneleridir. Bugün bile papa Meryem heykellerini öpmeyi ve kutsal saymayı sürdürmektedir.)
  3. You shall not misuse the name of the Lord your God.
  4. You shall remember and keep the Sabbath day holy.
  5. Respect your father and mother.
  6. You must not commit murder.
  7. You must not commit adultery.
  8. You must not steal.
  9. You must not give false evidence against your neighbour.
  10. You must not be envious of your neighbour's goods. You shall not be envious of his house nor his wife, nor anything that belongs to your neighbour.

 

Abbreviated Catholic Ten Commandments:
(Bu listede yukarıdaki ikinci madde kapsanmaz.)

  1. I, the Lord, am your God. You shall not have other gods besides me.
  2. You shall not take the name of the Lord God in vain
  3. Remember to keep holy the Lord's Day
  4. Honor your father and your mother
  5. You shall not kill
  6. You shall not commit adultery
  7. You shall not steal
  8. You shall not bear false witness
  9. You shall not covet your neighbor's wife
  10. You shall not covet your neighbor's goods

Abbreviated Protestant Ten Commandments:

  1. You shall have no other gods but me.
  2. You shall not make unto you any graven images
  3. You shall not take the name of the Lord your God in vain
  4. You shall remember the Sabbath and keep it holy
  5. Honor your mother and father
  6. You shall not murder
  7. You shall not commit adultery
  8. You shall not steal
  9. You shall not bear false witness
  10. You shall not covet anything that belongs to your neighbor

 

Here Is How the Original Verses Read / (Deuteronomy 5:6-17)

Here Is How the Original Verses Read / (Deuteronomy 5:6-17)

I am the Lord your God, who brought you out of the land of Egypt, out of the house of slavery; you shall have no other gods before me. You shall not make for yourself an idol, whether in the form of anything that is in heaven above, or that is on the earth beneath, or that is in the water under the earth. You shall not bow down to them or worship them; for I the Lord your God am a jealous God, punishing children for the iniquity of parents, to the third and fourth generation of those who reject me, but showing steadfast love to the thousandth generation of those who love me and keep my commandments. You shall not make wrongful use of the name of the Lord your God, for the Lord will not acquit anyone who misuses his name.

Observe the sabbath day and keep it holy, as the Lord your God commanded you. Six days you shall labor and do all your work. But the seventh day is a sabbath to the Lord your God; you shall not do any work –you, or your son or your daughter, or your male or female slave, or your ox or your donkey, or any of your livestock, or the resident alien in your towns, so that your male and female slave may rest as well as you. Remember that you were a slave in the land of Egypt, and the Lord your God brought you out from there with a mighty hand and an outstretched arm; therefore the Lord your God commanded you to keep the sabbath day.

Honor your father and your mother, as the Lord your God commanded you, so that your days may be long and that it may go well with you in the land that the Lord your God is giving you. You shall not murder. Neither shall you commit adultery. Neither shall you steal. Neither shall you bear false witness against your neighbor. Neither shall you covet your neighbor’s wife. Neither shall you desire your neighbor’s house, or field, or male or female slave, or ox, or donkey, or anything that belongs to your neighbor. (Deuteronomy 5:6-17)

 

 



 

 



 

Etik ancak evrensel özgürlük kültürü için geçerli bir kavramdır.

Etik yaşam somutlaşmış, yerleşmiş, birer alışkanlığa dönmüş davranış ve ilişki normlarının bütünüdür. Ahlak bu normların yargıcıdır ve bu nedenle ahlak yürürlükteki etik normları yok edicidir (Sokrates). Aile, Toplum ve Devlet yapıları etik alanının bütün içeriğini oluşturur. Tümü de hak ile çelişmemeli ve moral olarak aklanmış olmalıdır. Her iki ölçütün de yargıcı duyunçtur.

Etik alanı hak alanının dolaysızlığını ve ahlak alanının içselliğini geride bırakmıştır. Etik alanı özgürlük kavramının dışsal, dünyasal realitesidir.

Etik yaşam alışkanlık yaşamıdır. Ve alışkanlık moral ölümdür.

Etik yaşam bir yandan kültürün sağlam tözüdür ve alışkanlık olmaksızın, gelenek ve törel kalıplar olmaksızın bir aile yapısından, bir toplumdan, bir devletten söz edemeyiz. Öte yandan alışkanlık varolan geri kültürel biçimler ile uzlaşmada sonlanır.

Hegel, Tüze Felsefesi, § 151, Ek

“İnsan alışkanlık tarafından öldürülür, daha açık olarak, eğer yaşam ile tam bir uzlaşmaya girerse tinsel olarak ve bedensel olarak körelir, öznel bilinç ve tinsel etkinlik arasındaki karşıtlık yiter, çünkü insan ancak hedefine erişmediği ve kendini onunla ilişki içinde üretken ve geçerli kılmayı istediği sürece etkindir. Bu tamamlandığında, etkinlik ve dirimsellik yiter, ve o zaman ortaya çıkan ilgisizlik tinsel ya da bedensel ölümdür.”

 

Etik doğru ve eğri davranışların saptanması olarak ya da neyin doğru ve neyin eğri olduğu sorusuna yanıtlar veriyor olarak görünür. Ama insanlar, toplumlar ve devletler etik normlarını belirlemek için felsefecinin önerilerini beklemezler. Özgürlük bir norm değil, tüm normların normu, tüm normların olanağıdır.

Değerin saltık olması ölçüsünde etik normlar "değerler" değildir. Etik normlar saltık olarak görülürler ve çiğnenmemeleri gerekir. Ama etik normlar evrensel insan hakları ve duyunç özgürlüğü ile çelişkili oldukları düzeye dek etik-dışıdırlar. Ön-modern despotik "etik" bu nedenle daha şimdiden kendinde etik-dışıdır ve özgür duyuncun yargısı karşısında "değerini" yitirir ve değersiz olarak bir yana atılır. Özgürlük ya da istencin kendisi bir "değer" değil, ama tüm duyusal, duygusal ve düşünsel değerlerin zemini ve olanağıdır. "Değer" tinin hak, ahlak ve etik alanlarının ötesinde yatar ve tinin saltık, sonsuz, ideal biçimini ilgilendirir.

 



Ödev Etiği (Deontolojik Etik)

Deontolojik Etik (δέον, deon, ödev) (deontik :: ödev ile ilgili)

Ödev etiği ödevlerin kendilerini moral normlar olarak alır ve buna göre ödeve uygun eylemin moral eylem olması gerektiği sonucunu çıkarır. Ödeve uygunluğun yararlı da olmasının bir önemi yoktur, çünkü moral nitelik yarardan değil ama ödevden, ya da sonuçtan değil ama niyetten doğar. Ödevden doğan eylemin ödeve uygun olmasının da gerekmesine karşın, ayrımın bir önemi yoktur. Bu ödev temelli "etik" anlayışı evrensel olarak geçerli olması gereken normlar bulmak zorundadır, ama bulamaz. Çünkü evrensel olarak geçerli ödev gerçekte yalnızca ödevin bütünüyle belirsiz kavram ya da ödev olarak ödevdir. Bu tikel olarak, belirli olarak neyin ödev olduğunu söylemez.

Kılgısal us ya da duyunç neyin ödev olduğunu, neyin doğru ya da eğri, haklı ya da haksız olduğunu kendi içinden belirleyecektir ve bu konuda üzerinde hiçbir dışsal yetke yoktur. Moral özgürlüğün anlamı budur. Kuramsal us doğa yasalarını kendisi belirlemez, onları verili olarak bulur ve nesnelliklerinin anlamı budur. Us doğa alanında zorunluk karşısındadır. Ama kılgısal us ya da duyunç için dışsal olarak verili hiçbir etik belirlenim yoktur, tümünü kendi kaynaklarından üretecektir, ve aynı zamanda varolan tüm etik belirlenimleri yargılayabilir. Kılgısal us duyuncun bir başka adıdır. Us ahlak alanında saltık olarak özgürdür ve tüm kılgısal belirlenimlerin kaynağı ve yargıcı kendisidir.

 



John Locke, Hedonizm, Yararlık Etiği

John Locke, Hedonizm, Yararlık Etiği

John Locke görgücülüğün babasından beklenmesi gerektiği gibi ahlak felsefesi olarak bir "ahlaksızlık" felsefesi geliştirdi ve bu "felsefe" politik felsefesine de temel oldu. John Locke insan anlığının boş ya da silinmiş bir tablet, bir tabula rasa olduğunu düşündü. Ve buna uygun olarak İyi, Doğru, Haklı gibi kavramları, genel olarak verili bir insan doğası kavramını reddetti. Bunun yerine moral "İyi" ve "Kötü" kavramlarını bir görgücünün yapması gerektiği gibi haz ve acı duygularından türetti.

 

LOCKE'UN AHLAK FELSEFESİNİN İLKELERİ: HAZ VE ACI

İNSAN ANLAĞI ÜZERİNE BİR DENEME

KİTAP I. BÖLÜM XVIII

5. Ahlaksal iyi ve kötü. İyi ve kötü, gösterildiği gibi (Kitap II. Bölüm xx. §§ 43) haz ya da acıdan ya da bizde haz ya da acıya vesile olan ya da onları üretenden başka birşey değildir. O zaman, ahlaksal iyi ve kötü yalnızca istemli eylemlerimizin bir yasaya uygunluğu ya da onunla anlaşmamasıdır ki, bununla iyi ya da kötü yasamacının istencinden ve gücünden bizim üzerimize çekilir; yasamacının buyruğundan ötürü yasaya uymamıza ya da onu çiğnememize eşlik eden bu iyi ve kötü, haz ya da acı ödül ya da ceza dediğimiz şeydir.

KİTAP II. BÖLÜM XX
§ 2. O zaman şeyler yalnızca haz ya da acı ile ilişki içinde iyi ya da kötüdür.

KİTAP II. BÖLÜM XXI
§ 42. O zaman tam düzeyi içindeki mutluluk yetenekli olduğumuz en büyük haz, ve sefillik en büyük acıdır. ... Şimdi haz ve acı bizde belli nesnelerin anlıklarımız ya da bedenlerimiz üzerindeki ve değişik derecelerdeki işlemi yoluyla üretildiği için, bu nedenle bizde haz üretmeye yatkın olan şeye iyi, ve bizde acı üretmeye yatkın olan şeye kötü deriz, ve bunun biricik nedeni bizde mutluluğumuzu ya da sefilliğimizi oluşturan hazzı ya da acıyı üretmek için yatkınlığından başka birşey değildir.

AN ESSAY CONCERNING HUMAN UNDERSTANDING

BOOK I. CHAP. XXVIII

5. Moral good and evil. Good and evil, as hath been shown, (Bk. II. chap. xx. SS 2, and chap. xxi. §§ 43,) are nothing but pleasure or pain, or that which occasions or procures pleasure or pain to us. Moral good and evil, then, is only the conformity or disagreement of our voluntary actions to some law, whereby good or evil is drawn on us, from the will and power of the law-maker; which good and evil, pleasure or pain, attending our observance or breach of the law by the decree of the lawmaker, is that we call reward and punishment.  

BOOK II. CHAP. XX
§ 2. Things then are good or evil, only in reference to pleasure or pain. 

BOOK II.CHAP. XXI
§ 42. Happiness then in its full extent is the utmost pleasure we are capable of, and misery the utmost pain ...Now because pleasure and pain are produced in us by the operation of certain objects, either on our minds or our bodies, and in different degrees; therefore what has an aptness to produce pleasure in us is that we call good, and what is apt to produce pain in us we call evil, for no other reason, but for its aptness to produce pleasure and pain in us, wherein consists our happiness and misery.

 

Locke haz ve acı ile duyumsamadan ya da düşünmeden doğan keyif ya da rahatsızlığı anladığını belirtir:

“By Pleasure and Pain … I must all along be understood … to mean, not only bodily Pain and Pleasure, but whatsoever Delight or Uneasiness is felt by us, whether arising from any grateful, or unacceptable Sensation or Reflection.” (II.20.15)

Locke'un demek istediği "yalnızca bedensel haz ve acı" değil, ama "hem bedensel hem de düşünsel haz ve acı"dır.

Locke için birşeyin iyi ya da kötü olarak yargılanması söz konusu değildir. Duyulan haz ya da acı moral yargının bir sonucu değildir. Moral yargı duyulan haz ya da acının sonucudur.

Görgücü bir ahlak kuramı yanlış değil, ama olanaksızdır. Locke'un da ait olduğu kültürün başlıca sorunu duyunç sorunudur. Ve duyunç üzerine bir kuramın kendisi duyuncun ürünü olmalıdır.

İngiliz Reformasyonunu Kıta Reformasyonundan ayıran şey birincinin Luther gibi, Melanchton gibi, Calvin ve Zwingli gibi Protestanların çabaları ve eylemleri sonucunda yer alırken, ikincinin kendisi bir Katolik olan ve ölünceye dek Katolik kalan VIII. Henry’nin öncülüğünde yer almış olmasıdır. Salt bu enteresan olgu bile İngiliz Reformasyonunda birşeylerin ters gitmiş olduğunu düşündürmeye yeterli olmalıdır. Reformasyonun bütün bir dünya tarihi için biricik önemi insanlığa duyunç özgürlüğünü kazandırmış olmasıdır.

Reformasyon Roma Katolik Kilisesinin yetkesinin reddedilerek duyunç özgürlüğünün kazanılmasında sonuçlandı. İngiltere’de Katolik Kilise hiçbir zaman bütünüyle ortadan kaldırılmadı ve Anglikan Kilise hiçbir zaman dışsal-duyusal nesnelere tapınma davranışlarından vazgeçmedi. Duyunç özgürlüğü hiçbir zaman tam olarak tanınmadı ve bir tür "ulusal Hıristiyanlık" kurumu gibi görünen Anglikan Kilise İngiliz tininin tipik duyunç geriliği ile uzlaşmasına hizmet etti. İngiltere'de demokrasi her zaman aristokrasi ile ve liberalizm her zaman kölelik ve sömürgecilik kurumları ile birlikte gitti. Bir İmparatorluk altında duyunç özgürlüğünün tanınması ve yerleşmesi olanaksızdır.

İngiliz Görgücüleri pozitif etik kuramları ile, yararcı etikleri ile Katolik-Protestan ya da melez Anglikan Kilisesinin kültürünün sürdürülmesine yardım ettiler. Locke’un feodalizmi ve köleciliği yasalaştıran Carolina Anayasası duyunç özgürlüğünün en yabanıl çiğnenmelerinden birini örnekler. 

Aydınlanma bir ilke olarak insan doğası kavramına karşı çıkar, çünkü onun tanrısal ya da metafiziksel olduğunu düşünür. Ama insan doğasının Aydının kendisi tarafından belirlenmesine karşı çıkmaz. Ve ortaya bütünüyle bilme yetisinden bağışlanmış bir "insan," bilmediğine inanan, bilmeksizin ahlaklı olan, bilmeden etik olan enteresan bir insan karakteri çıkar.

Duyunç problemi olan bir kültür en büyük sefillikleri, sapıklıkları iyi ve doğru ve haklı görmede hiçbir güçlük çekmez. İngiltere'de bugün de Reformasyonun başlatıcısı olarak kabul edilen VIII. Henry bilinen en acımasız, en duyunçsuz tiranlardan biri idi. Ve koyu bir Katolik idi. Bu karakteri ile Anglikan Kilisesinin başkanı olarak kabul edildi.

 



 



 

Etik ve Küreselleşme / 2018.04.19 CKM

Etik ve Küreselleşme — 2018.04.19


Demokrasi ve Evrensel İnsan Hakları

Demokrasi ve Evrensel İnsan Hakları

Bir Süreç Olarak Demokrasi


Demokrasi bir süreçtir. Yurttaş toplumunun istencinin politik anlatımı olduğu için, demokrasinin niteliği yurttaş toplumunun niteliği tarafından belirlenir. "Çoğunluk diktatörlüğü" yurttaş toplumu karakterini kazanmamış, henüz haklarının, eşitliğinin ve özgürlüğünün bilincinde olmayan istençsiz bir halkın seçme hakkından yararlanmasının kaçınılmaz sonucudur. Weimar Almanyasında ve başka pekçok durumda demokrasinin kendisinin düşmanlarının seçilmesi demokrasinin varlığının sonucu değil, yurttaş toplumunun yokluğunun sonucudur. Bir serfler toplumu için demokrasi dolaysızca serfliğin kaldırılması demek değildir. Ve kraliyetlerin ve imparatorlukların devrilmesi ertesi gün demokrasinin kurulması demek değildir. Yurttaş toplumu karakterini kazanmamış halklar pekala devrimci olabilirler, kralları başlarından atabilirler, ama henüz ondan boşalan koltuğu dolduracak istençleri yoktur. Politik istençten yoksun oldukları sürece kendi yönetimleri olarak "demokrasi" yalnızca sözeldir. Ya da monarşik despotizmden boşalan yer zorunlu olarak başka diktatörlükler tarafından doldurulur.

Seçme Hakkı ve Çoğunluk Diktatörlüğü

Demokrasiyi salt "seçme hakkı" olarak anlayan aptal görüş çok haklı olarak "çoğunluk diktatörlüğü" ya da "illiberalizm" gibi endişelerden kaçınamaz, çünkü henüz "yurttaş" ile eşit olmayan "seçmen" kendini yönetecek önderleri aramayı ve seçmeyi sürdürür. Despotik karakter ancak despotik karakterde kendini bulur.


Demokrasi süreçtir. Ama evrensel insan haklarının bilinci, duyunç özgürlüğü ve yasa egemenliği tümü de insan bilincinin değişimi ve dönüşümü olarak süreçlerdir. Ancak kavramın bir tarihi yoktur. Kavramın realizasyonu tarihin kendisinin biricik gerekçesidir.

Demokrasinin bir gelişim süreci olması demokrasi hakkında ileri geri konuşmanın dikkate almadığı asıl noktadır. Gelişmekte olan herşey gelişmesinin güdüsünü gelişmemişliğinde bulur. Anayasalar, yasalar, genel olarak politik-etik yapı tümü de ideal ereklerine erişmek için tarihin kendisini kullanırlar, bütün bir tarihi etik gerilik olarak açığa sererler. Dünya Tarihi Tinin büyüme sürecidir.

"Evrensel İnsan Hakları" kavramı modern politik yaşamın tüm bileşenlerinin kavramlarına uygun düşüp düşmedikleri için denek taşıdır. Nerede bu kavram çiğneniyorsa orada politika yoktur.

Doğal bilinç her zaman realitenin akış durumunda olduğunu unutur. Özgür toplumlarda demokrasiler, anayasalar, yasalar sürekli gelişim süreci içindedir ve bu olgu onların henüz kavramlarına, İdealarına karşılık düşmediklerini gösterir. Önemli olan nokta bir toplumun politik değişim sürecine girmiş olup olmadığıdır. Despotik kültürler değişime izin vermeyen istençsiz, duyunçsuz, haksız, ahlaksız ve sonuçta etik-dışı toplumlardır. Bir insanın istençsizliği kendisi değil başkası olması demektir.

 

Avrupa demokrasi düşüncesinin doğduğu yer oldu. "Tüm insanlar özgür doğar" (Rousseau). Avrupa ve Amerikan demokrasileri arasındaki ayrım Kuzey Amerika kolonilerinde demokrasinin başından biricik olanaklı politik rejim olarak başlarken, Avrupa'da evrensel insan eşitliğinin önünde yenilmesi zorunlu muazzam bir arkaik kültür kültesinin bulunmasıdır. Anglikanizm Püritanları Yeni Dünyaya sürdü ve Pilgrimler Yeni Dünyaya eski dünyanın arkaik politik kültüründen aşağı yukarı hiçbirşey götürmediler ve tüm boşinançlarına karşın politik olarak eşitlik ilkesinden yola çıktılar ve sonunda Kraliçenin uyrukları olmaya karşı çıkarak bağımsızlıklarını kazandılar. Avrupa'da yalnızca kuzey ülkelerinde arkaik kültürü temizleme süreci başlamışken, Katolik ve Ortodoks güney ve doğu Avrupa ülkeleri arkaik kültürlerine, demode kimliklerine ve despotik karakterlerine bağlı kalmayı sürdürdüler. Faşizm-Nazizm ve Bolşevizm bu başlıca despotik kültürlerde doğdu ve Devleti ve yasa egemenliğini tanımayan ideolojik programlar zorunlu olarak tiranlık biçimini aldı. 1940'ların başlarında İsveç, İsviçre, İngiltere ve Türkiye dışında bütün bir Eski Dünya baştan sona ideolojik bir despotizmin örtüsü altında idi.

Genel olarak inanç biçimleri o inançları kabul ettiklerini düşünen insanlar tarafından bütünlükleri içinde uygulanmaz. İdeolojiler ve dinler yeni öğretileri ile hemen milyonların bilincine eksiksiz olarak egemen olamaz. Genel olarak, halk düşünmez. Tüm gerilikleri içindeki despotik realiteler aynı zamanda özgürlük istencinin doğduğu ve kültüre egemen olmaya başladığı yerlerdir.

 

Despotizm altında ulus olanaksızdır. Despotizm altında istençsiz yığınlar, kitleler, halklar olanaklıdır.

Ulus Saltık Olarak Egemendir


Ulus özgürdür. Bu özgürlük onun istenci ve egemenliğidir. Ulus kavramı salt politik istenç ve özgürlük anlatımı olduğu için, ulusun realitesi ideal etik normların engelsizce ve sınırsızca gelişme alanıdır. Tin etik ereğine ulusun türdeşliği içinde erişir ve etik evrensel olduğu ve hiçbir sınır tanımadığı için, —

— ulus etik ideal olarak küreselleşmenin öncülüdür.

Ulus yurttaş toplumu değildir. Yurttaş toplumu ekonomik bir kavram iken (çünkü toplum bir gereksinimler dizgesidir), ulus aynı toplumun politik karakterini belirtir ve bu olgu ulus-devlet kavramında anlatılır. Ulus kavramı kültürel ayrımları dışlar, din, dil, ırk, etnik köken, eşey ayrımları silinir ve tüm insanlar yurttaş olma karakterlerinde eşitlenir.

Bu evrensel türdeşlik eğilimi ile ulus-devlet kavramı "uluslararası" ya da "enternasyonel" denilen kültürel-çoğulculuk ile bağdaşmaz ve evrensel insan hakları zemininde küresel türdeşliğe doğru gelişir.

 



Avrupa ve Demokrasi

Avrupa ve Demokrasi

Demokratik Bilince Doğru


Yirminci yüzyıl Avrupası eski kıtanın demokraside ilerlemesinin henüz ne kadar yetersiz olduğunu gösterdi. Monarşilerden demokrasiye geçiş bütün bir kıta bilincinin değişimini, insanların serflik kimliğinden çıkarak özgür yurttaş karakteriini kazanmalarını gerektiriyordu. Kıtanın milyonları haklarının bilincinden yoksun boyun eğen uyruklar idiler ve henüz istençlerinin bilincini taşımıyorlardı. Aristokratik ayrımcılık her yerde açıkça sürüyordu.


Latin ve Slav Avrupa ideolojiye dönerken, yalnızca Hollanda, İskandinav ülkeleri ve İngiltere despotizme bağışık olduklarını gösterdiler. Reformasyonun başladığı yerlerden biri olan Almanya'da güçsüz yurttaş toplumu Katolik Güneyin gücüne teslim olmaktan başka birşey yapamadı.

Demokrasi özgür istenç gelişiminin kanıtı ve sonucudur. Tekil bir ideanın bütün bir despotik insanlığın bilincine yayılması ve bütün bir kültürü baştan sona yeniden biçimlendirmesi, özgürlük düşüncesinin despotik bilinci özgürlük bilincine dönüştürmesi — bu usun gücünün kanıtı ve sonucudur.

İdeoloji ve Din


İdeoloji din ile bağdaşmaz, çünkü Hıristiyanlık ve İslam evrensel insan haklarını ve insan eşitliğini temel öğretileri olarak doğrularken, ideoloji tam olarak hak, özgürlük, istenç, duyunç kavramlarını reddeder.

  • Nazi ideolojisi etnik temelinden ötürü yalnızca anti-semitik olmakla kalmaz, ama tüm evrensel din biçimlerine düşmandır. Nazizm Hıristiyan halk kültürüne ait bir bileşen olan anti-semitizmi icat etmedi. Onu yalnızca elverişli bir araç olarak kullandı.
  • Ortaklaşacı ideoloji bireysel mülkiyeti ortadan kaldırmak için bireyselliğin kendisini ortadan kaldırmak zorundadır. Bu bütününde evrensel insan haklarının, duyunç özgürlüğünün ve yasa egemenliğinin çiğnenmesinde sonlanır.

 

Modern Türk Cumhuriyeti demokrasiyi yukarıdan devlet aracılığıyla getirmek zorunda kaldı, çünkü İslamik kulluk inancı altında insanlar evrensel olarak eşit olsalar da, bu eşitlik özgürlüklerini reddeden kulların eşitliği idi. Kullar haklarının, özgürlüklerinin, duyunçlarının bilincinde değildir ve sürekli olarak kendilerini yönetecek dışsal bir egemen arayışı içindedirler. İslamik Arap devletleri tarihsel olarak aralarında doğan dine karşın İslamik eşitlik ilkesini tanımazlar ve nomadik sınıfsal ayrımlara göre yaşamayı sürdürürler.

 

If You’re Not a Democracy, You’re Not European Anymore

Polonya gibi, Macaristan gibi "Avrupa" ülkeleri henüz yasa egemenliği kavramının bilincinden yoksundur. Böyle geri kültürlerin Avrupa Birliiği'ne katılmayı istemelerinin nedeni aşağı yukarı dilencilik ile birdir. Bu kültürler bütününde insan değeri ve insana saygı gibi kavramlara henüz yabancıdır. (Macaristan kabadayılığını demokratik normları çiğneyen Polonya'nın birlikten sürülmesini veto edeceğine söz vermeye dek vardırdı.) (LINK)

Polonya, Macaristan ve politik Vandalizm

Polonya ve Macaristan

The Article 7 mechanism for suspending a state’s EU membership rights for breaching the fundamental European values of democracy, the rule of law, and human rights was only introduced in the late 1990s, at the request of Austria and Italy — up until then, it was taken for granted that this was a club for stable democracies only.

...

Poland’s Law and Justice party (PiS) has from the beginning been unashamed about wanting to follow what it calls the “Budapest model.” But it has done without the “peacock dance.” It also does not command a sufficiently large majority at home to change the constitution at will; Orban, by contrast, had such a majority throughout his first post-2010 term in office and could proceed in a formally legal manner. PiS has had to dispense with legal niceties and frontally attack the third branch of government, using ordinary legislation and a whole range of tricks to give the ruling majority the right to hire and fire judges. Such vandalism in dealing with highly respected institutions — unprecedented in the history of postwar European democracies — has made it easier for the EU to make the case against Warsaw.

 



 

 



Ulus ve Devlet ya da Ulus-Devlet

Ulus ve Devlet; Egemenlik

Kültür Zorunlu Olarak Türlülük, Ayrım, Karşıtlık, Çelişki, Düşmanlık, Nefret vb. Kapsar


Ulus kültürel-çoğulculuğun ortadan kaldırılmasına doğru özsel adımdır. Ulus özgürlük, istenç, eşitlik kavramlarının etik olgusallaşması olduğu düzeye dek ırk ve eşey gibi doğal ayrımları olumsuzlar. Ulus özgürlüğün ve istencin evrenselliğinden ötürü kültürel türlülüğü de olumsuzlar ve etnik, dinsel, mezhepsel, sınıfsal, bölgesel vb. tüm tikelcilikleri siler. Ulus kavramı ideal kavramlar tarafından belirlenir.

Ulus istençsiz halk değildir, yığın değildir, kitle değildir. Ulus kendi egemeni, kendi önderidir, kendi etik karakterinin özbilincini taşır. Ulus politik istenci olduğu için egemendir. Ulus eğer egemen değilse ulus değildir.

Toplum ya da Yurttaş Toplumu kavramının anlattığı birlik ekonomik bir birliktir ve haklarının bilincinde olan özgür kişiler arasındaki ekonomik ilişkileri kapsar.

 

Anayasa Bir Sözleşme Konusu Değildir


"Toplumsal Sözleşme" teriminin kendisi devleti bir keyfilik sorununa indirir ve yasa egemenliğini sanki vazgeçilebilecek bir sözleşme imiş gibi gösterir. "Toplumsal Sözleşme" kuramcıları devletin bireyin güvenlik uğruna özgürlüğünden (ya da özgürlüğünün bir bölümünden) vazgeçmeyi kabul etmesi üzerine dayandığını ileri sürerler. Bu kuram devleti aşağı yukarı feodal bir kuruma indirger ve doğallıkla egemenin tiranlığa dönmesi durumunda egemene başkaldırı hakkı gibi bir önlem kurgusuna gereksinir. Ama ulus kendi egemenidir, ulus-devlettir.

Modern demokratik devlet bireyin istencinin anlatımı olduğu düzeye dek bireyin özgürlüğünün anlatımıdır. Bu nedenle devlet ve birey arasında bir çatışma olduğu, devletin birey üzerindeki güç olduğu görüşü devleti tıpkı kendileri devleti tanrısal güç alanları olarak gören monarşlar ya da tiranlar gibi özgürlüğe yabancı kuramcıların görüşüdür.

Yurttaş Toplumu değil, ulus egemendir. Egemenlik kendi istencinden başka hiçbir istenci tanımamaktır. Eğer istence güç dersek, egemenlik yalnızca kendi gücü altında olmaktır.

Özgürlüğün sınırı başkalarının özgürlüğünün başladığı yer vb. değildir, çünkü başkalarının özgürlüğü benim özgürlüğümdür. Kendi istencimde tüm istençleri tanırım ve ancak özgürlük altında onlar ile eşitimdir. Özgür istencin güç olduğu yerde herkes eşit ölçüde güçlüdür ve dolayısıyla hiç kimse güçlü değildir. Modern devlet güçsüz devlettir ve onda ancak özgür olmayan dürtüsel, itkisel vb. davranışlar özgür istencin gücü karşısında olduklarını duyumsarlar.

Özgürlük modernliğin turnusol kağıdıdır, çünkü istenç değişim, gelişim, yenileşme demektir. Ussal etik-yenileşme sürecinin ereği ideal etiktir.

Ulus bir birlik duygusu olarak kültürel ayrımların üzerindedir. Ulus bir duygudur ve bu duygunun gerçek kapsamı insanlığın bütünüdür. Ulusun gelişiminin ereği evrensel ulus, ve devletin gelişiminin ereği ideal evrensel devlettir. Hiçbir yurttaş başkalarının yasalarından daha kötü bir yasa dizgesi altında yaşamayı kabul edemez. Yasa egemenliğinin daha azı ya da daha çoğu olanaklı değildr.

Ulus din ayrımı yapmaz, her insanı inancında kendi özgür duyuncu ile başbaşa bırakır ve gerçeklik yerine ineklere, maymunlara, dedelere, imamlara ve papalara inanç ile çarpışmayı kazanmanın en iyi yolu her insanı duyuncu ile başbaşa bırakmaktır. Gerçekte, özgür duyunca karışmanın ne olursa olsun hiçbir yolu, hiçbir olanağı, hiçbir yordamı yoktur.

Hangi inançtan olursa olsun tüm insanlar ulusun yurttaşlarıdır. Bu nedenle ancak insan eşitliğini ve özgürlüğünü tanıyan dinler ulusun realitesi içinde mutlu olabilirler. Hinduizm, Yahudilik, Şiilik, Alevilik gibi evrensel insan eşitliğini tanımayan inanç biçimleri ulus duygusuna izin vermez, çünkü kast ayrımları ile ulusun türdeşliğini reddederler, salt bir kabile inancı olmakla insanlığın evrenselliğini reddederler, ve kan ya da soy bağı nedeniyle kutsal sayılan bir sınıfı ulus-devletin üzerindeki güç olarak ileri sürerler. Modern özgürlük tini arkaik-kültürel mitsel artıklardan oluşan böyle boşinançlar için bir kendini-aldatma olanağı sunmaz. Ulus-devlet bu çocuksu kültürlerin büyümesi için gereken biricik özgürlük alanını sağlar.

 



 



 

Etik ve Küreselleşme / 2018.04.12 CKM

Etik ve Küreselleşme — 2018.04.12

Din ve Dünya Tarihi İnsanın Değeri
Değer 2

James Last / Richard Marks — Now and Forever

James Last / Richard Marks — Now and Forever


   

Din ve Dünya Tarihi

Din Kavramı ve Dünya Tarihi

Duyunç "içsel özgürlük" ya da "öznel özgürlük" terimleri ile de anlatılabilir. Duyunç kendinde özgürdür. Duyunç iyi ve kötü, doğru ve eğri, haklı ve haksız üzerine yargıda bulunma yetisidir. Yargı keyfi değildir ve duyuncun yargısı mantıksal olarak haklıyı, doğruyu vb. belirler. Duyunç hakka uygun olarak yargıda bulunur, çünkü özgürlüğü bunu gerektirir. Ahlak bütününde duyuncun işlevidir.

Duyuncun göreliliği tarihsel kültürlerde görülen norm ayrımları ile, duyuncun tikel yargıları ile ilgilidir. Duyuncun koşulsuz olarak haklı olanı, kendinde haklı olanı belirleme yetkinliğinin gelişmesi duyunç özgürlüğünün kendisi yoluyla olanaklıdır.

Dinsel Üçlülük kavramı evrensel özgürlük kavramının zeminini sağlar, çünkü bu kavramın Hıristiyan biçiminde Tanrının Oğlu-Kızı olarak insan sonsuz değerdedir, kendi özünden başka hiçbir sınır altında durmaz ve kendi istenci tarafından belirlenmek özgürlüktür.

Evrensel Dünya Tarihinin tinsel bir süreç olma, özsel olarak istencin kendisinin açınması olma yanı onu bu evrensel tarihi insanlık üzerinde hak, ahlak ve etik alanlarında yetke ileri süren dinler ile ilişki içine getirir. Genel olarak, insanlık hak, ahlak ve etik alanlarını ilgilendiren yargılar için olumsallığın ve keyfiliğin üzerinde duran saltık bir yetke ister ve bu yetkeyi Tanrı kavramında bulur. Yine, insanlık hak, ahlak ve etik alanını ilgilendiren yargıları kendi içinde de üretir. Sokrates İyinin kavramını ya da moral ölçütü insan usunda bulur ve bu bağlamda "Sorgulanmayan yaşam yaşamaya değmez," der.

 

 



Değer Kavramı ve İnsanın Değeri

Değer Kavramı ve İnsanın Değeri

"Değer" sürekli, değişmez ve sonsuz olmalıdır. Değer geçici, değişebilir ve sonlu da olabilir, ama bu "tikel değer" gerçekte değer kavramına uygun düşmeyen değer, geçici, yitici ya da yalancı değerdir.

Gerçek değer, gerçek insan değeri birincil olarak özgürlük içerir. Özgür olmayan, kendi istencini taşımayan bir insan karşısında kimin karşısında olduğumuzu bilemeyiz. Ancak özgür olan insan kendisidir.

Tinsel bir varlık olarak değil ama tam bir doğa-varlığı olarak görülen kölenin bir değeri yoktur ya da kölenin değeri ederidir. "Değerli köle" anlatımı paradoksaldir. Efendilerinin gözünde köle değerli değildir ve insan-altı bir varlık, bir mal, bir hayvan gibidir. Ve efendinin problemi tanınmasını ancak değersiz bir varlıktan elde edebilmesidir.

Değer saltıklık ister. Göreli değer "değer kavramına" aykırı olan geçici değerdir ve dışsal, sonlu nesnelere uygulanır.

Değer güzellik, sevgi ve bilgi alanlarına aittir (Hegel'in "Saltık Tin" dediği sonsuz Tin alanına).

Dinsel Üçlülük kavramı "insan değeri" kavramı ile uyumludur, çünkü üçlülük kavramında Tanrı ile bir olan İnsan özgürdür. Yine, üçlülük kavramında Tanrının ve İnsanın birliği olarak Tin duygusal olarak sevgidir.

İnsan ideal güzelliği sergilemede değerlidir. İnsan duygunun sonsuzluğuna ulaşabilmede değerlidir. Ve insan düşünmesinde ve bilmesinde değerlidir.

 



Doğa ve Ereksellik

Doğa ve Ereksellik

Doğanın ereği homo sapienstir. İnsanın evrimi bir raslantı değil, doğa yasalarının zorunlu bir sonucudur. Doğanın kendisi en öğesel kategorilerden (uzay, zaman, özdek) başlayarak homo sapiense dek erişen bir gelişim sürecidir. Homo sapiens doğanın bütününü özetler ve tamamlanmış doğa olarak, eksiksiz doğa olarak görülebilir. Erek daha ötesi olmayandır ve doğal insanın ötesi tinsel insandır. İnsan tinsel olarak sonsuzdur, çünkü özgürdür.

Homo sapiensin daha öte evrime açık olduğu görüşü homo sapiensten ayrı olan yeni bir türün oluşmakta olduğu tezini getirir. Bu tezin kendisi yine ereksellik üzerine dayalı bir ön-çıkarsamadır. Bir tür ancak mutasyonlar ya da kalıcı genetik değişimler sonucunda ortaya çıkabilir, ve homo sapiensin onu yeni bir türe dönüştürecek mutasyonlara uğradığı görüşü henüz bilim-kurgu senaryolarının dışında herhangi bir geçerlik kazanmış değildir.

Homo sapiens bütün bir kültür ve tarih sürecinde biyolojik olarak değişmeden ya da aynı tür olarak, aynı İdea olarak kaldı. İnsan İdeasının ötesi insandan daha yüksek bir varlığın İdeasını, henüz edimselleşmemiş daha yüksek bir gizilliği varsayar. Ama bir hipotez bile görgül bir temele dayanmak zorundadır. Evrim sürecinin homo sapienste tamamlanmamışlığı sıradan bilincin telos kavramından korkusunun bir çıkarsaması ve kanıtıdır. Bu bilinçte tüm uslamlama usun kendisine karşı çevrilir.

Yaşam alanı mekanik ve kimya alanlarını öncülleri olarak alır ve onlara dayanır. Ama yaşam mekanikten ve kimyadan daha çoğudur. DNA teleolojiktir, bir dirimli varlık için bir tür program, tasar ya da algoritma sayılabilecek bir biçim ile donatılıdır ve salt düzeneksel ve kimyasal olmaktan daha çoğu olan birşeyi, bir ereğe doğru gelişim için gizilliği kapsar.

Biyoloji felsefesi henüz kendi kavramsız düzyazı tarzında yaşamın teleolojik karakteri üzerine karar vermeye çalışmaktadır. Bu "bilim felsefesi" dalının nesnesi olan yaşam süreci kavramı kendinde kavram olarak, dolaysız olarak sergileyen ilk alandır. İlk kez burada mekanik olandan ve kimyasal olandan başka ve daha yüksek birşey, kavramın ilk belirişi olarak yaşam vardır. Yaşamda kavram tinselliğe en yakın gelişim aşamasında durur. Yaşam tüm mekanik ve kimyasal süreçlerin ötesinde olan, onlardan daha çoğu olan bir fenomendir ve tinselliğin yalnızca ilkesi ya da başlangıcıdır. Doğa işini homo sapiensin DNAsında tamamlar ve süreç bundan böyle tinsel bir karakter kazanır.

Yaşam en gizemli fenomen olarak, bilinmesi ya da anlaşılması en güç kavram olarak görülür. Gerçekte doğal bilinç için bu her kavram durumunda böyledir. Bu bilinç yalnızca Yaşam kavramı karşısında değil, ama en yalın kavramlar, uzay, zaman, özdek kavramları karşısına da tam olarak aynı güçlüğü deneyimler.

 

Biological Explanations / Evelyn Fox Keller

Biological Explanations

"View image" uygulayınız.


"View image" uygulayınız.



 



Budhizm

Budhizm

  • Most Buddhists do not believe in God.
  • There are 376 million followers worldwide.
  • The Buddha was born 500 years before Christ, in what is now Nepal. His dad was a king, his mom was a queen, and his dad wanted him to take over the family business (the kingdom) when he got older. ... At the age of 29, the Buddha stopped praying to the gods to end his suffering and the suffering of others.
  • Buddhism arose as a result of Siddhartha Gautama's quest for Enlightenment in around the 6th Century BC.
  • Buddha is not a deity or supreme being in the same way that the Christian God is. (Ganesha is the son of Shiva and Parvati and he is the brother of Karthikeya (or Subrahmanya), the god of war. He was created by his mother using earth which she moulded into the shape of a boy. )
  • He is considered to be an ordinary person like you and me, but that he woke up.
  • Buddhists seek to reach a state of nirvana.
  • Buddhism is a spiritual tradition that focuses on personal spiritual development.
  • Buddhism is about ... Suffering.
  • There is no belief in a personal god. Buddhists believe that nothing is fixed or permanent and that change is always possible.
  • The Tripitaka (Pali Canon), Mahayana Sutras and the Tibetan Book of the Dead are three major noncanonical Buddhist texts.
  • Buddhists believe in a cycle of death and rebirth called samsara. Through karma and eventual enlightenment, they hope to escape samsara and achieve nirvana, an end to suffering.
  • When the Buddha was asked how the world started, he kept silent. In the religion of Buddhism we don’t have a first cause, instead we have a never ending circle of birth and death.
  • The path to Enlightenment is through the practice and development of morality, meditation and wisdom.

 

Budhizm bir Tanrı kapsamadığı düzeye dek bir din değil, "tinsel bir gelenek"tir.

 



Shintoism

Shintoizm

  • Shinto (神道 Shintō) or kami-no-michi is the traditional religion of Japan that focuses on ritual practices.
  • Shinto today is the religion of public shrines devoted to the worship of a multitude of 'spirits', 'essences' (kami).
  • Kami (Japanese: , [kaꜜmi]) are the spirits or phenomena that are worshipped in the religion of Shinto.
  • Kami also refers to the singular divinity, or sacred essence, that manifests in multiple forms: rocks, trees, rivers, animals, places, and even people can be said to possess the nature of kami. ... Traditionally, great or sensational leaders like the Emperor could be or became kami.
  • The kami are born, live, die, and are reborn like all other beings in the karmic cycle.
  • As much as nearly 80% of the population in Japan participates in Shinto practices or rituals, but only a small percentage of these identify themselves as "Shintoists" in surveys.
  • Shinto has 81,000 shrines and 85,000 priests in the country.



  • Das Wort shintō entstammt dem Chinesischen, wo es shendao ausgesprochen wird. Shen bedeutet „Geist(er), Gott/Götter“, dao ist der „Weg“.
  • Shintō und Buddhismus, die beiden in Japan bedeutendsten Religionen, sind aufgrund ihrer langen gemeinsamen Geschichte nicht immer leicht zu unterscheiden.
  • ... kennt das klassische Shintō keine heiligen Schriften im Sinne eines religiösen Kanons.
  • Shintō besteht aus einer Vielzahl von religiösen Kulten und Glaubensformen, die sich an die einheimischen japanischen Gottheiten (kami) richten.
  • Kami sind zahlenmäßig unbegrenzt und können die Form von Menschen,
  • „Shintō … [ist] im weitesten Sinne die Urreligion Japans, im engeren Sinne ein aus Urreligion und chinesischen Elementen zu politischen Zwecken ausgebautes System.“[3]



  • I Shinto har den pratiserende mulighed for at komme i "kontakt" med kami (神, shin, kami) – ophøjede væsener, spændende fra deciderede gudefigurer til væsener med særlige attraktive værdier.


 

Etnik bir tapınma biçimi olan Shintoizmde bir Tanrı ya da tanrılar yoktur. Bunun yerine ölümlü ve sonlu olan tinler ya da ruhlar vardır ve bu varlıkların insanlar ile ilgileri onlara sağlık, başarı ve buna benzer iyilikler getirmektir. Shintoizm bir din ya da inanç biçimi olmaktan çok bir "dilek kültü"dür.

Shinto dirimli ve dirimsiz tüm şeylerde ruhların (kami) bulunduğuna inanan bir tür animizmdir. Ata tapınması durumunda kami bir tür antropomorfik tanrı tasarımına yaklaşır ve bir tanrılar ve tanrıçalar nüfusu ile shinto mitolojik bir içerik kazanmaya başlar. Tapınak ayinleri bireylerin tanrılar ile iletişimde bulunma yollarıdır ve dilekte bulunma edimlerinden öteye geçmez. ‘Kami’ insanlara etik buyruklar vermezler ve sık sık kendileri yanılır ve yanlış şeyler yaparlar.

Shintoizm ve Budizm Japon yaşamına birlikte karışır ve nüfusun yaklaşık 83% kadarı Shintoyu izlerken %75 kadarı Budhizmi de izler.

(LINK)

 



 

Alevism

Alevism (LINK) (LINK)

  • Alevism is neither a religion nor a sect ... [T]he only point (Alevism) shares with Islam is that it incorporates "the trinity of God, Mohammed, and Ali." ... Alevism [is] "a unique philosophy, a faith, a way of life, a culture, a teaching, and indeed a social formula peculiar to Anatolia that is anthropocentric and that goes beyond all these." ... (Ali Dogan, the General Chairman of the United Federation of Alevi-Bektasi Oragnizations)
  • [Turkish Alevis] are extremely diverse: Their costumes, nomenclature, dances, prayers, rites and even annual ritual calendar often differ substantially among groups and locations. They have no church, no codified doctrine, no accepted clergy and no school to teach Alevi customs. ... the man they worship, Ali, son-in-law of the Prophet Mohammed.
  • Alawite and Alevi both mean "devoted to Ali," the son-in-law and cousin of Prophet Muhammad;
  • both are Shia in origin.
  • Shiism recognizes 12 imams.
  • An Alevi dede focuses on the mystical Islamic teachings of the Twelve Imams, the Buyruks (mainly the Imam Câfer-i Sadık Buyruğu) and Haji Bektash Veli.
  • Alawites and Alevis are known as "Twelvers" in honoring them.
  • Alawites and Alevis view Imam Ali as embodying the divine.
  • In this they are far from conventional Shia doctrine, according to which Imam Ali was noble, but purely human.
  • Neither Alawites in their majority, nor Alevis as a whole, pray in mosques or support clerics as mainstream Shias do.
  • Alevis, more a movement than a sect, began among 14. century mystical dissenters in Central Asia.
  • Alevism preserves pre-Islamic elements of Turkish shamanism and Kurdish angel-worship.
  • Alevism became a significant factor among Anatolian peasants supporting Shah Ismail.
  • Alawites consider women inferior and exclude them from sacred observances. By contrast, Turkish and Kurdish Alevis are confirmed supporters of gender equality.
  • Alawites support a brutal dictatorship, while Turkish and Kurdish Alevis defend electoral democracy.
  • "The Turkish Alevis ... do not relate themselves in any way to the Alawites in Syria.
  • Theologically, modern Alawis claim to be Twelver Shi'ites, but traditionally they have been designated as 'extremists' ( ghulat) and outside the bounds of Islam by the Muslim mainstream for their high level of devotion to Ali.
  • The Alevi went even further and compared Ataturk as a reincarnation of Hazret Ali (the third Caliph of Islam) and Haci Bektaş.
  • Alevi worship Hazret Ali and the Safavid Shah Ismail and consider them as superhuman.
  • The Alevis know Ali as the incarnation of God.
  • Some Alevi intellectuals maintain that they are not Muslims, and that Alevism may not be a religion, but a group identity.
  • The confusion about Alevism derives from the fact that it has not been established as a formal religion.
  • The Alevis have no sacred books, no systematic theology and no Shariah tradition.
  • In "Görüm" an individual gives an account of all that he has done throughout the year before the dede and the whole gathering.
  • The institution of dede is the most important of all the institutions integral to the social and religious organization of the Anatolian Alevis.
  • In some exceptional cases, such as in the Tunceli province (formerly Dersim), dedes share the leadership position with the large landowners, the Ağas.
  • Ali "as embodying the divine", not just a noble human being.
  • The basic Muslim testimony, “There is no god but God, and Muhammad is the messenger of God,” is supplemented with the phrase “and ʿAli is God’s friend.”
  • Some legends in the buyruk literature place ʿAli higher than
    Muhammad and even consider him divine.
  • The Alevis’ belief that ʿAli and Muhammad are both manifestations of the divine light, and hence one with Allah, has fostered the notion that they have some sort of “Trinity.”
  • Certain practices, such as special ways of treating the bones of sacrificial animals, the importance of the threshold, and the ceremonial staff sometimes used by Alevi spiritual leaders (dede) during the cem, possibly were derived from Altaic shamanism.
  • Alevis do not acknowledge the Koran as God’s word because they believe the text to have been corrupted by alterations. They recognize it, but it plays little role within their sacred texts.
  • Alevis follow a belief system that incorporates aspects of both Shi'a and Sunni Islam and draws on the traditions of other religions found in Anatolia as well. Alevis in Central Anatolia base their beliefs on 12er Shi'ism. Alevi Kurds in the Tunceli area follow the Kurdish "Cult of Angels," or Yarsanism.



  • Hadji Baktash Wālī was a teacher of Alevism.
  • The miracles of Haji Bektash ... "These many miracles are my inheritance which is granted by Allah."
  • "If, in reality, you are the secret of the Shah, he has marks. Show these marks to us and we shall believe." Now the sign of Hazreti Ali was this; in the middle of his blessed hand he had a beautiful mole of emerald tone. So Hazreti Hunkar Haji Bektash Veli opened his sanctified hand and showed his palm. They all saw that there, in the middle his palm, was a beautiful emerald mole. ...
  • The Bektashi Sufi order became the official order of the elite Janissary corps after their establishment. ... the Janissary corps were abolished in 1826 by Sultan Mahmud II.
  • Hajibektash complex. It is currently open as a museum and his resting place is still visited by both Sunni and Alevi Muslims.
  • the Bektashiyyah became the order of the Janissary special troops, tolerated by the Ottomans as its monasteries and pilgrimage centres could be manipulated to control its Alevi followers.



  • wandering dervishes believed to possess "bereket" (baraqat - spiritual power) and "keramet" (qaramat - miraculous powers) due to their special nearness to God. Dervish founders of "tariqat" (Sufi orders) were revered as Saints (Wali) and called dede, baba, pir, or shaykh, and their tombs were serving as pilgrimage centres.




 



Terimler

Terimler (LINK)

Alevism. Alevism is a branch of Shi’a Islam and distinct from Alawism in Syria. Turkish Alevism contains traces of Buddhism, Manichaeism, Zoroastrianism. The title seyyid (Arab. sayyid) connotes descent from the prophet Muhammad. The members of the sacred lineages of the Kızılbaş-Alevis, who alone are allowed to lead the main rituals, are said to be seyyid. In Turkish language contexts they are mostly called dede, while among Kurdish-speaking Kızılbaş-Alevis the title seyyid is more common. ... The Qizilbash (red-heads) were Turkoman tribes who adhered to the Safavid Sufi Order, whose Sheikhs claimed descent from Ali.

Dede. A dede is a socio-religious leader in the islamic Alevi and non-islamic Ishiki community. It is one of the 12 ranks of Imam in Alevism. ... A dede must be a descendant of the Prophet.

Imamate (Twelver doctrine). Imāmah (Arabic: اٍمامة‎) means "leadership" and is a concept in Twelver theology. The Twelve Imams are the spiritual and political successors to Muhammad, the Prophet of Islam, in the Twelver branch of Shia Islam.According to Twelver theology, the successors to Muhammad are infallible human beings, who rule justly over the community and maintain and interpret sharia and undertake the esoteric interpretation of the Quran. The words and deeds of Muhammad and the Imams guide the community. For this, the Imams must be free from error and sin and chosen by divine decree — nass — through the Prophet. ... The Imam is not the recipient of divine revelation, but has a close relationship with God, who guides him, allowing the Imam in turn to guide others. ... The twelfth and final Imam is Muhammad al-Mahdi, who is believed by the Twelvers to be alive and in hiding.

 

Ghulāt/Galiyye. (Arabic: غلاة‎, lit. 'exaggerators', singular ghālī)[1] is a term used in the theology of Shia Islam to describe some minority Muslim groups who either ascribe divine characteristics to figures of Islamic history (usually a member of the Ahl al-Bayt) or hold beliefs deemed deviant by mainstream Shi'i theology.

Aşırılıkçılar (bireylere tanrısallık yükleyen uç gruplar)

Liste (LINK)

 



 

Qizilbash. The Qizilbash adhered to heterodox Shi’i doctrines encouraged by the early Safavi sheikhs Haydar and his son Ismail I. They regarded their rulers as divine figures, and so were classified as ghulat "extremists" by orthodox Twelvers.[9]

Pir or Peer (Persian: پیر‎, literally "old [person]", "elder"[1]) is a title for a Sufi master or spiritual guide. ... In Alevism, Pir's are considered a direct descendant of Ali.

Sheikh. The term literally means a man of vast power, and nobility.

Sufism, or Tasawwuf[1] (Arabic: الْتَّصَوُّف‎; personal noun: صُوفِيّṣūfiyy/ṣūfī, مُتَصَوّفmutaṣawwuf), which is often defined as "Islamic mysticism",[2] "the inward dimension of Islam"[3][4] or "the phenomenon of mysticism within Islam",[5][6] is a mystical trend in Islam "characterized ... [by particular] values, ritual practices, doctrines and institutions"[7] which began very early in Islamic history[5] and represented "the main manifestation and the most important and central crystallization of" mystical practice in Islam.[8]

Sunnah (sunnah, سنة, Arabic: [sunna], plural سنن sunan [sunan]) is the verbally transmitted record of the teachings, deeds and sayings, silent permissions (or disapprovals) of the Islamic prophet Muhammad, as well as various reports about Muhammad's companions.[1][2]

Tariqa (or tariqah; Arabic: طريقةṭarīqah) is a school or order of Sufism, or specifically a concept for the mystical teaching and spiritual practices of such an order with the aim of seeking Haqiqa, which translates as "ultimate truth". ... A murshid (guide) who plays the role of leader or spiritual director. The members or followers of a tariqa are known as muridin (singular murid), meaning "desirous".

Twelver (Arabic: اثنا عشرية‎, translit. Athnā‘ashariyyah or Ithnā‘ashariyyah; Persian: شیعه دوازده امامی‎, pronounced [ʃiːʔe-je dævɑzdæh emɑmiː]) or Imamiyyah (Arabic: إمامية‎) is the largest branch of Shia Islam. The term Twelver refers to its adherents' belief in twelve divinely ordained leaders, known as the Twelve Imams, and their belief that the last Imam, Muhammad al-Mahdi, lives in occultation and will reappear as the promised Mahdi. According to Shia tradition, the Mahdi's tenure will coincide with the Second Coming of Jesus Christ (Isa), who is to assist the Mahdi against the Masih ad-Dajjal (literally, the "false Messiah" or Antichrist).

  • The Shi'ah (or Shi'a) is commonly used as a synonym for "Twelvers"
  • The largest branch of Shia Islam is the Twelver Shia, with about 85% of all Shias that can be estimated approximately between 148 and 296 million Twelver Shias.
  • Iran is the only country with state religion as (Twelver) Shia Islam.

 


Ulama. The Arabic term ulama (/ˈləˌmɑː/; Arabic: علماءʿUlamāʾ, singular عالِم ʿĀlim, "scholar", literally "the learned ones",[1] also spelled ulema; feminine: alimah [singular] and uluma [plural]), according to the Encyclopedia of Islam (2000), in its original meaning "denotes scholars of almost all disciplines".[2] More specifically, in the context of Sunni Islam, ulama are regarded as "the guardians, transmitters and interpreters of religious knowledge, of Islamic doctrine and law".[2]

 



Shia Islam

Shia Islam (LINK1)

Shia Islam. Shia (/ˈʃə/; Arabic: شيعةShīʿah, from Shīʻatu ʻAlī, "followers of Ali") is a branch of Islam which holds that the Islamic prophet Muhammad designated Ali ibn Abi Talib as his successor (Imam).[1]

“The Prophetic Mission And The Leadership Of Imams Are Continuous.”

“In every way, he (Ali) was identical to the great Prophet as if he were his reflection in the mirror.”

  • Shia Islam primarily contrasts with Sunni Islam, whose adherents believe that Muhammad did not appoint a successor and consider Abu Bakr (who was appointed Caliph through a Shura, i.e. community consensus) to be the correct first Caliph.[2] Unlike the first three Rashidun caliphs, Ali was from the same clan as Muhammad, Banu Hashim.[3] ...
  • Twelver Shia (Ithnā'ashariyyah) is the largest branch of Shia Islam,[6] with 2012 estimates saying that 85% of Shias were Twelvers.[7] Shia consider Ali to have been divinely appointed as the successor to Muhammad, and as the first Imam. ...
  • some individuals among his descendants, known as Imams, who they believe possess special spiritual and political authority over the community, infallibility and other divinely ordained traits.

Therefore, it is vitally significant that the Imam who is the successor of the Prophet, immediately assume the management of the affairs and fulfill the needs of people in terms of religious and faith-related questions.

Şii inancına göre insan yalnızca Tanrının kulu değil, insanın da kuludur. Böyle inanç biçiminde insan özgürlüğünü yanlışlık olarak, kötülük olarak, dinsizlik olarak ve reddedilmesi gereken birşey olarak kabul edilir. "Evrensel insan hakları," "evrensel insan özgürlüğü," "evrensel insan eşitliği," "yurttaş," "yurttaş toplumu," "demokrasi" kavramları bu inanç biçimi için yanlış ve yabancı kavramlardır. Bu inanç biçimi yalnızca dinsel ve toplumsal sorumluluğu üstlenen dinadamları sınıfı tarafından değil, ama kendi duyunçları ile doğruyu ve eğriyi, iyiyi ve kötüyü ayırdedemeyen ve istençlerini belirlemek için o dinadamları sınıfının insan-üstü niteliklerini ve yardımlarını kabul eden milyonlar tarafından sürdürülür. Bu dinsel kültürde dinadamları sınıfı "özel tinsel ve politik yetke" ile donatılıdır, "yanılmazdır" ve "daha başka tanrısal olarak saptanmış özellikler" taşır. İnsanın tinsel gerçekliğin yargıcı olamayacağı, bu güç işi özel bir sınıfa bırakması ve onun yanılmaz yorumlarını kabul etmesi gerektiği biçimindeki dinsel motif aşağı yukarı aynı ayrıntılar ile Roma Katolik Kilisesi tarafından da kabul edilir. Şiilik bu yetkenin doğa tarafından, kan bağı tarafından aklandığını ileri sürer.

Dinadamları sınıfının (imamlar, dedeler, seyyidler) "politik yetke" ile donatılı olmaları bunların politik yetke ile donatılı olmayan insanları yönetmesi demektir. Bu inançta politik güç doğaya (soy ya da kan bağı) bağlıdır ve bu inanç biçimi dinin tarihsel gelişiminde ortaya çıkan pozitif şekilleri arasında göreli olarak örneğin Hinduizmden yüksek olsa da, aradaki ayrım yalnızca insan eşitliğini yadsımanın tarzında yatar.

 



Aleviliğin Karakteristikleri

Aleviliğin Karakteristikleri

Aleviliğin Karakteristikleri

Aleviliğin kendini tanımlarken kullandığı belirlenimler ve terimler sık sık kendileri birer yargılama gibi görünür.

İslamdan çok önce şekillenen Alevilik din kavramına uygun bir inanç biçimi olmaktan çok panteizmden paganizme, sufizme birçok arkaik kültürel öğenin karışımından oluşan gizemci bir tarikat ya da bir "yol"dur. Bütün bir dinler, inançlar ve boşinançlar birikiminden derlenen bileşenlerden bir bölümü şunlardır: Zerdüştlük, Hurufilik, İsmaililik, Batınilik, Keysanilik, Şiilik, Sufilik, Alawitlik (ya da Nusayrilik), Şamanizm, Tasavvuf, Nestorianizm, Manikheanizm, İslam ve Hıristiyanlık.

Bir Şii mezhebi olarak görülen Alevilikte inanç içsel ve bireysel bir konu değildir ve politik-toplumsal-dinsel yetke olarak dedenin gözetimi ve denetimi altındadır. Her alevinin bir dedesi, ve her dedenin dedesi vardır. Dede ona bağlı olan aleviler tarafından onların inancını belirleyen bir inanç önderi olarak kabul edilir. Dedelik niteliği kan bağı ile belirlenir ve her insan dede olamaz. Dedeler daha eşittir, çünkü Muhammed'in ya da Ali'nin soyundan geliyor olmaları zorunludur (yalnızca olağandışı durumlarda kuraldışına izin verilebilir).

Kutsal ve kalıtsal birer konum olarak kabul edilen imamların ve dedelerin dinsel-toplumsal yönetimi Aleviliğin birincil belirlenimlerinden biridir. Bir tür kast ilişkisi olarak doğum yoluyla belirlenen bu ast-üst hiyerarşisin sürdürmenin yolu modern politik ve toplumsal eşitlik bilincinin gelişiminin durdurulmasından geçer. Dedelik kurumunun dinsel-toplumsal denetimi altında, Alevilik özgür bireyselliğin ortaya çıkışına izin vermez. Alevi söylemde görülen ezilmişlik ve güçsüzlük duygusu ve buna eşlik eden içerleme, yakınma ve isyancılık tonu kaynağını bu kast düzeninden alır. (Dedeler kimi durumlarda — örneğin Tunceli'de olduğu gibi — önderlik konumunu Ağalar ile, büyük toprak sahipleri ile paylaşır). Özgür istencin yokluğu ve özgür yurttaşlık karakterinin yadsınması Aleviliğe özünlü sürekli politik güçsüzlüğün de nedenidir.

Kemalist modern tinin Alevilik tarafından desteklenmesi modernlik bilincine bağlı değildir ve sık sık uygulanan 'takiyye'lerden biridir. Bu pragmatik destek tekkelerin kendilerinin kapatılmasına da önderlik etmiş olan Mustafa Kemal'in Ali ile özdeşleştirilmesi ya da 'mehdi' olarak görülmesi gibi enteresan motifler kapsar.

Ön-modern kırsal bir fenomen olarak Alevilik modern kent etiğine uyarlanması olanaksız anarşik, kaotik ve isyancı bir gelenektir. Alevi indoktrinasyonundan geçen birinin kimliği modern bir yurttaş olarak değil, bir "Alevi" olarak şekillenir ve kişisel istenç kendi üstüne onu silen ikinci bir istenci, sözde kutsal bir istenci yüklenir. Dedelik, insan tapınması, gizemcilik vb. gibi asal belirlenimlerinde tanımlandığında, Alevilik modernleşme ile, toplumsallaşma ile, politikleşme ile ve bir ulus duygusunun gelişmesi ile, genel olarak modern özgür, ussal etik ile uzlaşması olanaksız güçlü bir direnç öğesi kapsar. Bu karakteri ile Alevilik değişime ve yeniliğe kapalı, modern gelişime ve kentliliğe dirençli bir tutuculuk tinidir.

Alevilik kast yapısı nedeniyle herşeyden önce evrensel insan hakları kavramı ile geçimsizdir. Dedelik yetkesi altında, duyunç özgürlüğü bastırılır ve bireyin moral gelişimi önlenir. Ve istençsizlik nedeniyle modern yurttaş belirlenimi ve politik kimlik gelişmez. Bütün bu kültürel geriliğin nedenlerinin içsel olmasına karşın, sorumluluk bilincinin de yokluğu nedeniyle nedenler dışarıda aranır.

Yurttaş Toplumunda insan özgürdür ve bölgecilik, dinsel kimlik, etnik köken, eşeysellik gibi kültürel ve doğal öğeler tarafından tanımlanmaz. Yalnızca insan olması ile tanımlanır. Özgürlük ve eşitlik belirlenimleri tarafından tanımlanan modern kent yaşamı yargıçlık yetkisini de kapsayan bütün bir dedelik kurumunun ve ona dayalı boşinanç biçimlerinin zayıflamasına ve ortadan kalkmasına götürür. Yine, ancak istençsiz ve özgürlüksüz insan kendi için karar vermede güçlüğe düşer, sorumluluk üstlenmeyi bilmez ya da ondan korkar, ve ne yapacağını dededen öğrenir (bu davranışa "sığınma" denir).

Eşitliksiz ve özgürlüksüz karakteri ile, Alevilik modern kent toplumunda bir yer bulamaz ve yerellikte direterek sonu gelmez bir kimlik ve meşruluk arayışına yönelir. Dedelik, imamlık, şeyhlik, pirlik gibi sözde "kutsal" kurumların ortadan kalkışı Alevilik, Şiilik gibi din kavramına aykırı kültlerin ortadan kalkışı ile bir ve aynıdır. Böyle tikelci inanç biçimlerinin evrensel insanlık etiğine doğru küreselleşmekte olan dünyaya kendilerini açıklama şansları yoktur.

"Allah-Muhammed-Ali" birliğine inanç bir "birliğe" değil, ayrı varlıkların bir çokluğuna inançtır ve bu çoklukta iki sonlu insana "Tanrı" niteliği yüklenirken, "Kutsal Tin"in yeri boş kalır ve insanlık değersizleştirilir. Böyle ayrıksı bir "birlik"ten söz edilmesi Aleviliği politeizm olarak kabul eden yorumlara yol açar. Ayrıca tanrısal yüklemleri olan on iki imama da inanılır ve gizli olarak beklemekte olan 12'nci imamın İsa'nın ikinci gelişi ile birlikte kendini göstereceği kabul edilir "Buyruk" yazılarında kimi mitler Ali'yi Muhammed'in de üzerine koyar ve onu tanrısal olarak gösterir. Alevilik için Ali yalnızca soylu bir insan değil, ama "Tanrının bedenselleşmesidir."

“Alevilik İslam Dışında Bir İnançtır.” (5 Ocak 2015)

“Alevilik İslam Dışında Bir İnançtır.” (5.01.2015) (LINK)

Tunceli'de düzenlenen Alevi Çalıştayı'na konuşmacı olarak katılan Alevi Dedeleri, Alevilik inancının 4 semavi din dışında, farklı bir inanç olduğunu savundu.

Alevi inancının, Hz.Muhammed, Hz.İsa ve Hz.Musa'dan daha önce olduğunu iddia eden Alevi Dedesi Klavuz, "Alevilik, Hz. Muhammed'den öncedir, bu inancın mayasını atanlar Hz. İsa'dan da öncedir, Hz. Musa'dan da öncedir. Adem'i yaratan bir inançtır" dedi.

Tunceli Belediyesi Gençlik Kültür Merkezi'nde dün yapılan  Alevi Çalıştayı'nda tartışma yaratacak konular üzerinde fikir alışverişinde bulunuldu.  Alevi dedeleri, Aleviliğin 4 semavi din dışında farklı bir inanç olduğu savundu.

Çalıştayda 'Alevilikte ikrar' ve 'Alevilikte kadın' maddeleri basına açık tartışılırken, diğer gündem maddeleri basına kapalı konuşuldu. 'Alevilikte ikrar' konusu üzerinde söz alan bir çok dede ve temsilcinin tamamına yakını'Alevi inancının 4 semavi din dışında farklı bir inanç olduğu ve İslam dışında yer aldığı' konusunda görüş belirtti.

"ALEVİLİK, İSLAM DIŞINDA BİR İNANÇTIR"

Alevilik konusunda yaptığı araştırmalar ile tanınan Hasan Klavuz, özellikle yıllardır bazı kesimlerin bilinçli bir şekilde Aleviliğin İslam'ın içinde bir inanç olduğu vurgusunu yaptığını, ancak Aleviliğin dünyanın başlangıcıyla birlikte var olduğunu ve İslam dışında yer alan bir inanç olduğunu söyledi. Klavuz, şöyle dedi:

"Alevilik inancı nice uygarlıklardan mayalanarak gelip Dersim'de mayalanmıştır. Günümüzdeki birçok Alevi dedesi ve Alevi önderi, Alevi gelenekleri olan, Alevi erkanı, müsayiplik geleneği, kirveliği, yaşamını, geçmişini anlatacağına, ama bakıyoruz ki çıkıp sadece Aleviliğin İslam'ın içinde yer alan bir inanç olduğunu anlatıyorlar. Dört semavi dinin içindeki birtakım olgular, bizim inancımızın içine girmiştir. İslam dininde, Hak, Muhammet, Ali üçlemesi ve 12 İmam kültürü gerçeği bizim inancımızın içine girmiştir. 12 imam kültürünün Alevi inancının içine girdiği 9'uncu yüzyıldan sonra 14'üncü yüzyılda Şah Hatai ile pekişmiştir.İnancımıza giren bugün, hala zikrettiğimiz Hak, Muhammed, Ali üçlemesi ile 12 imam kültürü; insan özüdür. Şu gerçek var ki İslam dininde Hak Muhammed Ali deyimi yoktur. Bu sadece Anadolu Aleviliğinde ve Kızılbaş geleneğinde vardır."

Alevi İnancının, Hz. Muhammed ve Hz. İsa ve Hz.Musa'dan daha önce olduğunu ileri süren Hasan Klavuz, "Bu inanç yani Alevilik, Hz Muhammed'den öncedir, bu inancın mayasını atanlar Hz. İsa'dan da öncedir, Hz. Musa'dan da öncedir. Adem'i yaratan bir inançtır" dedi.

"BİZİM İNANCIMIZDA TANRI GÖKTE DEĞİLDİR"

Alevi dedesi Mustafa Genç ise, Alevilik ve Sünni İslam’ın, hiç bir zaman aynı çizgide olmadığını iddia ederek, "Biz, Hak Muhammed Ali diyoruz, onlar ise ellerini yukarı kaldırarak, 'Alluhuekber' diyor. Sünnilikte 5 vakit namaz, bir de bir ay oruç var. Bizde bunlar yok. Bizim inancımızda tanrı gökte değil, tanrı insandadır. Alevi inancında kadın kutsaldır, kadını boşamak en zor olandır. Sünnilikte öyle değil. Dört kadını erkeğe hak görüyorlar" dedi.

 



 

 



Nations with over 100,000 Shia

Nations with over 100,000 Shia (LINK)

Country Shia population Percent of Muslim population that is Shia
Iran 74,000,000 – 78,000,000 90–95
Pakistan 17,000,000 – 26,000,000 10–15
India 17,000,000 – 26,000,000 10–15
Iraq 19,000,000 – 22,000,000 65–70
Yemen 8,000,000 – 10,000,000 35–40
Turkey 7,000,000 – 11,000,000 10–15
Azerbaijan 5,000,000 – 7,000,000 65–75
Afghanistan 3,000,000 – 4,000,000 10–15
Syria 3,000,000 – 4,000,000 15–20
Saudi Arabia 2,000,000 – 4,000,000 10–15
Nigeria <4,000,000 <5
Lebanon 1,000,000 – 2,000,000 45–55

 



Gizem ve Gizemcilik

Gizem ve Gizemcilik

Tarih “gizemciliği” çoktandır arkada bırakmış olsa da, bu tür şeyler fosilleşmiş biçimlerde bir süre daha varolmayı sürdürür. Gizem sıradan düşüncenin diyalektiğe yaklaşma yoludur. Anlak çelişkinin varlığını ancak “gizemli” olarak, “içrek” olarak, “bilinemez” olarak kabul edebilir. Aynı nedenlerle üçlülük din kavramına da yabancıdır ve ancak monizmi anlayabilir, çünkü bunu anlamak için A = A’dır diyen özdeşlik ilkesi yeterlidir. Anlak diyalektiği saçma bulur ve reddeder. Gizemcilik monizmin yarattığı saçmalıklara karşı getirilen daha da saçma bir çözümdür. Çünkü bilmediğinin varolduğunu ileri sürmek aptallık dediğimiz şeyin en aptal örneğidir. Aptallık kavramları düşünmeden kullanmaktır.

Ancak özdeşlik ilkesini anlayabilen Anlak için monizm biricik geçerli din biçimidir: Yalnızca Tanrı vardır, çünkü Tanrı = Tanrıdır. Ama bu ilke durumunda bile Tanrının “başkası” saltık olarak ortadan kalkmaz ve ortada kalmada diretir. Eleatikler Varlığın (ya da Tanrının) “başkasını” gerçeklikten yoksun görüngüye başvurarak açıkladılar. Ama görüngü oluş sürecinde olduğu için yalnızca var olmakla kalmaz, yokluğu da kapsar ve bu nedenle çelişkilidir ve bu nedenle soyut varlıktan daha yüksektir. Spinoza için Tözün (ya da Tanrının) dışında “ilinekler” vardır. Spinoza ilinekler sorununu açıklamayı başaramaz, çünkü monistik-analitik bakış açısından bunu yapması olanaksızdır. İlinekler Tanrı ile bir iseler, Tanrıdan başka birşey daha varlık taşıyacak ve Tanrı bir olmayacaktır. Eğer tanrısal değil iseler, Tanrı kendisi olmayan bir “başkası” tarafından sınırlanıyor ve böylece sonlu olacaktır.

 

Gizem yalnızca gizli ya da kapalı olanı anlatmaz. "Anlaması güç ya da olanaksız olan" demektir. Ama bu modern tanım saçmadır, çünkü anlaması güç olan anlaması olanaksız olan değildir ve güçlük giderilebilir. Gizem anlaşılamayan ya da bilinemeyen ile ilgili olmalıdır. Bu nedenle insanın gizemli olana düşünmenin, bilmenin kendisinden "başka" aygıtlar kullanarak erişmeye çabalaması gerektiği kabul edilir. Ve bu aygıtlar arasında esrime, kendinden geçme vb. birincildir. Gizemcilik buna göre en sonunda "gizem" (μῠστῐκός) çevresinde oluşturulan bir aptallıklar kültürüdür.

Bu temel ya da gizli "gerçekliklere" erişmek onları düşünmek, kavramsallaştırmak ve bilmek demek olacaktır, ki bu yol baştan reddedilir, yoksa gizem bir gizem olmaya son verecektir. Gizem insan için sonsuza dek erişilemez, gizli ve bilinemez kalmalıdır.

"Tanrı ile birlik" gizem ile ilgili olamaz, çünkü Tanrı eğer Tanrı olarak kabul edilecekse bilinmelidir ve Tanrının bilinmesi Tanrı ile birlikten başka birşey değildir. İnsanın bilinmeyen bir şeye inanması saçmadır.

Enteresan olan şey, aslında tuhaf olan şey "bilinemez" olduğu kabul edilen şeyin yükseltilmesi, yüceltilmesi ve sonunda birincil kılınması, giderek bilinemezliğin Tanrının kendisinin bile bir yüklemi yapılmasıdır. Gizemcilik bilinçli bir irrasyonalizmdir.

Bilinemez olan şey insan düşüncesi için yoktur çünkü düşünülemez ve düşüncenin hiçbir kategorisi ona yüklenemez. Bilinemez olan tüm kategorilerin ötesinde ve dışında yatan bir kendinde şeydir. Kant'ın gizemcilerden ayrımı bilenemez hakkında konuşmaması, düşünmemesi, onu duyumsamamasıdır. Gizemci tam tersini yapar ve çenesini tutamaz.

"Bilinemeyene inanç" olanaksızdır, çünkü açıktır ki bilinemez olan, kavramsal olarak belirli olmayan var olmayandır. Böyle bilinemeyen "nesne" karşısında insanın onun var olduğunu söylemesi anlamsızdır. İnancın nesnesi her durumda var olan belirli bir nesnedir ve kavramsaldır, üstelik bu nesne imgesel ya da düşlemsel olsa bile. Ve salt duygu nesnesi olduğu söylenen şey bile, eğer gerçekten var ise, bir kategori ile, bir kavram ile, bir belirlenim ile anlatılmalıdır.

 



Alevi Bektaşi İnancının Esasları (SAYFALAR)

Alevi Bektaşi İnancının Esasları (pdf)


 



 



Etik ve Küreselleşme / 2018.04.05 CKM

Etik ve Küreselleşme — 2018.04.05

   
Evrensel Dünya Tarihi Kavramı; Din Kavramı ve Tarihin Gelişimi; St. Paul ve Hıristiyanlığın Oluş Süreci
2018_04_06 Etik ve Küreselleşme / (çalışmanın ikinci yarısı için ses kaydı) / Hıristiyanlığın Başlangıcı; İlk Kilise; St. Peter; St. Paul; Yahudilik; Gentiller

Din Kavramı Gelişimi ve Dünya Tarihi

Din Kavramı ve Dünya Tarihi

(Ancak tam gelişmiş insan başka tam gelişmiş insanlarda "kendini" bulabilir, çünkü "kendini" bilmek kendini tikelliği içinde değil, idealliği içinde, gerçekliği içinde bilmektir. Ancak tam gelişmiş insan gerçek özgürlüğü yaşayabilir ve başkasında gerçek "kendi"sini bulabilir.)

Hıristiyanlık oluş sürecindedir, çünkü ait olduğu kültürün kendisi oluş sürecindedir. Din Tarih ile ilişki içindedir ve bir "dinler tarihi" olgusu dinin ereksel bir süreç olduğunu imler. Tarih kavramı saltık olarak erekseldir.

Ancak din kavramına uygun olan din oluş sürecindedir, çünkü oluş değişim demektir ve ancak duyunç özgürlüğünü tanımak zorunda kalan pozitif din insanlığın tinsel gelişimi önünde bir engel olmaya son verir.

 

Din kültürün bir bileşeni olarak kültürün tüm başka bileşenleri ile uyum içinde olmak zorundadır. Bu düzeye dek, din geri kalan kültürel bileşenleri belirler ve kendisi onlar tarafından belirlenir.

Ancak din kavramına uygun din dünya tarihi kavramı ile bağdaşabilir, çünkü din kavramına uygun din insan özgürlüğü ile bağdaşır, insanı kendi usu dışında tüm yetkeden bağışlar. İnsan duyunç ve istenç özgürlüğünü en iç doğası olarak taşır ve onu dışarıdan alması söz konusu değildir. Tarihin biricik gereksinimi istençtir.

Din kavramına uygun din insanı gerçek değeri içinde, sonsuz değeri içinde, ya da özgürlüğü içinde kapsar. İnsanın sonsuz değeri karşısında kültürel belirlenimler yalnızca ikincil öneme indirgenmekle kalmazlar, ama göreli değerlerinden ötürü bütünüyle yadsınırlar, insanın usu, duygusu ve duyarlığı bu değersizliklere dönmekten bütünüyle uzaklaşır.


Despotizm etik gelişimi durdurur, çünkü istençsizlik üzerine dayanır ya da istenci bastırır.

 



St. Paul (Tarsuslu Saul)

St. Paul (Tarsuslu Saul)

Paul Yahudi bir Roma yurttaşı idi. Yaklaşık olarak İÖ 5 ya da İS 5 yılları arasına Tarsus'ta dindar bir aileye doğdu. Yaklaşık olarak 67 yılında Roma'da öldü. Başlangıçta İsa'nın Kudüs bölgesindeki ilk izleyicilerine zulüm yapan Paul Şam'a giderken yolda kendisine "yeniden-dirilmiş İsa'nın görünmesi" üzerine Hıristiyanlığa döndü. Hıristiyanlığın şekillenmesinde, Yahudilikten ayrılmasında ve evrensel bir din karakteri kazanmasında aşağı yukarı birincil rolde olan Paul çağın kültürünün bir insanı olarak doğallıkla inançlar, boşinançlar ve düşlemler ile yüklü idi. Her zaman İsa'nın kendi yaşamı sırasında, aslında önümüzdeki hafta yeniden geleceğine, Tanrının krallığının kurulacağına ve hemen bütün bir dünyada yeni bir düzenin, gerçek türenin egemen olacağına inandı. Efes'te tansıklar yaptığı, İsa gibi onun da insanları iyileştirdiği ve cinleri kovduğu anlatılır. Paul'ün dinsel ve dünyasal düşünceleri arasında insanlığın tarihsel yazgısını ilgilendiren özsel kavramlar da vardı. Bütün bir dünya tarihinin gereksindiği başlıca kavram olan evrensel insan eşitliği kavramı Paul'ün sarıldığı en önemli kavramlardan biri idi.

St. Paul

St. Paul

 

Kendisi bir Havari olarak kabul edilen Paul İsa'nın Tanrının Oğlu ve gerçek Mesih (kurtarıcı / χριστός / khristós) olduğuna, geri döneceğine ve kendisinin ona hizmet ettiğine inanıyordu. Başlangıçta Gentillerin Tanrı ile bağıtın dışında olduğunu kabul etmesine karşın, sonra Yahudilerin ve Gentillerin evrensel insanlık olarak Tanrıda ve İsa'da birleştiğine inanmaya başladı. Mesih yeryüzünden kötülüğü kaldıracak ve yeni bir dürüstlük düzeni kuracaktı. Aslında süreç daha şimdiden başlamıştı ve İsa'nın geri dönüşü ile tamamlanacak, yeryüzünde Roma İmparatorluğunun yeri Tanrının Krallığı tarafından alınacaktı.

Paul Anadolu'da, Yunanistan'da ve İtalya'da uğradığı yerlerde kiliseler kurdu. Zamanla genellikle ona düşmanlık gösteren Yahudilerden uzaklaşarak başlıca Gentillere dönmeye başladı. Yahudilik dört bin yıl önceki mitolojik normları içinde olduğu gibi değişmeksizin varolmayı sürdürdü.

Yeni Ahit'teki yirmi yedi kitaptan on üçü Paul'e aittir. Paul insanın esenliğinin Eski Ahit'teki yasalara uyarak iyi işler yapmaya değil, yalnızca inanca bağlı olduğunu ileri süren ilk Hıristiyan oldu. Daha sonra Augustine bu görüşü geliştirdi ve Reformasyon sırasında Martin Luther sola fide olarak aynı görüşü yineledi.

Paul Roma'da öldürüldü.

 

Hıristiyanlık Tanrının Oğlu tasarımını kabul ederken Tanrının Kızı tasarımını kabul etmez. Kadınların ikinci olarak yaratıldıkları ve birinci olarak günah işledikleri ve sessiz kalmaları gerektiği görüşü St. Paul'e yüklenen geleneksel görüşlerdir. Erken Hıristiyanlıkta ve İsa'nın yaşamı sırasında kadınların etkinliğinin vazgeçilmez olmasına karşın, kadın ve erkek arasında tam eşitlik görüşü kabul edilmedi.

Paul (Galatyalılara: 3:28)
"Ne Yahudi ne de Yunanlı, ne köle ne de özgür, ne erkek ne de dişi vardır, çünkü hepiniz İsa'da birsiniz."

Paul kendi sözlerine bağlı kalmadı ve kadınları ayrı bir "tür" gibi görmeyi sürdürdü.

Paul (The First Epistle of Paul the Apostle to Timothy)
2:9 In like manner also, that women adorn themselves in modest apparel, with shamefacedness and sobriety; not with broided hair, or gold, or pearls, or costly array; 2:10 But (which becometh women professing godliness) with good works.
2:11 Let the woman learn in silence with all subjection.
2:12 But I suffer not a woman to teach, nor to usurp authority over the man, but to be in silence.
2:13 For Adam was first formed, then Eve.
2:14 And Adam was not deceived, but the woman being deceived was in the transgression.

 

Paul
"Women should remain silent in the churches. They are not allowed to speak, but must be in submission, as the law says." First letter to the Corinthians

"I do not permit a woman to teach or to assume authority over a man; she must be quiet." First letter to Timothy

 



St. Paul ve Üçlülük

St. Paul ve Üçlülük



Paul (Galatyalılara: 3:26)

“For ye are all the children of God by faith in Christ Jesus.” — “Çünkü hepiniz İsa’ya inanç yoluyla Tanrının çocuklarısınız.”

Paul (Galatyalılara: 3:28)

“There is neither Jew nor Greek, there is neither bond nor free, there is neither male nor female: for ye are all one in Christ Jesus.” — “Ne Yahudi ne de Yunanlı, ne köle ne de özgür, ne erkek ne de dişi vardır: Çünkü hepiniz İsa’da birsiniz.”

Dinsel bilinç sonsuzluğa yönelir, ama sonlu tasarımlar ortasında düşünür. Başka yerlerde sık sık boşinançlarına gömülen Paul’ün sözleri sonlu dinin ötesinde ve üçlülük din kavramı ile uyum içindedir. Tanrı ile Bir görülen evrensel insanlık (Kutsal Tin) tüm doğal ve kültürel ayrımların üzerine yükseltilir.

Yahudiliğin yeni oluşmakta olan evrensel dine dönüşmesi Yahudilik olarak ortadan kalkması demek olacaktı. Ama aşağı yukarı tüm mitolojik dinlerin tarihten silinmesine karşın, Yahudilik ortadan kalkmadı ve kendini evrensel insanlıktan ayırmada direterek sürdü.

 

Paul (Korintliler 6:19)

“Do you not know that your body is a temple of the Holy Spirit within you, which you have from God? You are not your own.” — “Tanrıdan aldığınız bedeninizin içinizdeki Kutsal Tinin bir tapınağı olduğunu bilmiyor musunuz? Siz kendinizin değilsiniz.”

St. Paul Atina’da Vaaz Veriyor

St. Paul Atina’da Vaaz

 

 

 





 

Etik ve Küreselleşme / 2018.03.29 CKM

Etik ve Küreselleşme — 2018.03.29

Despotizm ve Demokrasi; Japonya'nın Açılması; Rusya'nın Zulüm Yoluyla ‘Modernleşmesi’ (Peter); Despotik Kültür ve Moral Gelişim; Werner von Braun ve Teknoloji ve Ahlak; Almanya ve Reformasyon
Tarihin Yeni Başlangıcı ve Reformasyon

Despotizm ve Demokrasi

Despotizm ve Demokrasi

Despotizmde karar tekerke aittir, ve onun kişiliğine bağlı olarak ait olduğu kültür açısından az çok doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız olabilir. İmparatorluklarda sık sık yetkinliksiz ve giderek dengesiz kişilikler de politik gücü sınırsızca ellerinde tutar ve uygularlar. Osmanlı İmparatorluğunda, Roma İmparatorluğunda, İngiltere Krallığında vb. bütünüyle dengesiz, giderek çılgın bireyler bile salt kitlelerin ve yığınların istençsizliği zemininde tekerkler olarak kabul edildiler. İstençsiz halklar kendilerini "yönetmekte" olan böyle tiransal kişiliklere karşı bütünüyle etkisiz ve çaresiz idiler. Ön-modern tarihte halklar, yığınlar, kitleler açısından hiçbir çıkar yol yoktur ve giderek başkaldırıları ve isyanları bile salt dayanılmaz koşullara tepki olmaktan öteye gidemez.

Demokrasi bir süreçtir ve önemli olan doğmuş olmasıdır.

Toplumsal değişim ereksel gelişimdir ve aşamalıdır. Nüfusun yalnızca küçük bir kesiminin özgür olduğu ve politik kararlara katıldığı Yunan kent-devletlerinin ve Roma Cumhuriyetinin az çok demokratik oldukları kabul edilir.

Modern demokrasilerde karar yurttaş toplumuna aittir ve karar görüşmeler, tartışmalar, incelemeler vb. sonucunda verilir. Bu kararlar da doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız olabilir, ama bireysel bir tiranın keyfine bağlı değildir.

Helenik dünyada yaklaşık 1.500 kadar kent-devleti vardı ve bunların bir bölümü modern terimlerde ancak bir kasaba sayılabilirdi. Büyük çoğunluğun nüfusları 5.000 kadardı ve aralarından ancak Atina'da İÖ 500 yılında çoğunluğu kent çevresinde olmak üzere 200.000 insan yaşıyordu.

 

Demokrasinin başlıca niteliği değişime, gelişime, daha iyi demokrasi olmaya izin vermesidir, ya da demokrasi bir gelişim rejimidir. Gelişme olgusunun kendisi doğrudan doğruya gelişmemişliğin, geriliğin doğrulanmasıdır ve özgür istenç ortaya çıkar çıkmaz hemen bütünüyle kendinin bilincindeki istenç değildir. Demokrasinin erdemi daha iyi demokrasi olmaya istekli olmasıdır.

Demokraside yönetilecek hiçbirşey yoktur, çünkü orada herşey kendini yönetir. Daha doğrusu, demokraside insanlar değil, şeyler yönetilir. Ya da, demokrasi kendini yönetebilen ve despotlara gereksinimleri olmayan özgür insanların rejimidir. Yönetilmek insanı bir şey düzeyine indirger, değersizleştirir ve onursuzlaştırır.

 



Sola scriptura! Ama kimin yazıları?

Sola scriptura! Ama kimin yazıları?

  • Sola scriptura ya da yalnızca kutsal yazılar;
  • Sola fide ya da yalnızca inanç.

 

Reformasyonun güvenle ve hiç duraksamaksızın gerçek inanç nesnesi olarak önerdiği "kutsal" yazılar daha o zamanlar bile düşünen herkesin anladığı gibi "insanların," ve sık sık bilgisiz oldukları gibi acımasız ve ahlaksız da olan yazarların yazıları idi. Böyle birçok "kutsal" metin İncil'e alınmadı ve sayısız metin arasından yalnızca 66 kitap seçildi (Eski Ahit 39 kitap ve Yeni Ahit 27 kitap kapsar).

Bu yazıları "kutsal" olarak, Tanrının Sözü olarak, Logos olarak görmek için insanın herşeyden önce Usun kendisini bir yana bırakması, "Gerçeklik" sorununa "Gerçekliğin" kendisinden vazgeçerek ve saçmalıkları doğrulayarak yaklaşması zorunludur. Böyle birşey inançtan başka birşeydir, çünkü inanç gerçeklik ile birlikte gider, aptalca yalanlar ile değil. "Kutsallık" niteliği bu kendini aldatmayı pekiştirir, ve saçmalık ne kadar büyükse "inancın" o kadar güçlü olması gerekir. Bu tutum insanın değer verebileceği ve vermesi gereken şeyleri değersizleştirmede ve bayağılaştırmada sonuçlanır.

Bu metinlerde insan bilgeliğinin o günlere dek üretebildiği en güzel düşüncelerin örneklerinin yanısıra, en dengesiz ruhlardan doğan en kaba düşünceler de bulunur. Bu "kutsal" ya da "esinlendirilmiş" yazılara göre Joshua, Musa, Abraham ve başkaları moral olarak en acımasız ve duyunçsuz eylemleri yerine getirirler ve bunlar "tanrısal" buyruklardan doğan eylemler olarak görülür. Eski Ahit'in Yehovası moral nitelikten yoksundur. Mitolojik politeizm genel olarak nefret kapsamaz. Ama bu duyusal inanç biçiminin ideali doğal olandaki tinsel-tanrısal biçim ya da estetik güzelliktir ve moral bir ilgisi yoktur. Monoteizmin bu duyusal biçimselliği kapsamanın yanısıra, sonsuz sevecenliği de kapsaması gerekir. Bu duygu karakteri İsa miti çevresinde geliştirilir.

Başlıca Sümer, Mezopotamya, Mısır mitolojilerinin bir uyarlaması ve bozulması olarak yazılan Eski Ahit sık sık cinayetler, kitle kıyımları, sapıklıklar ve aptalca bir nefret tonu ile yüklüdür. "Vaadedilen Toprak" gibi popüler bir anlatım düşünmeden inanan bilinçler için aşırı ölçüde çekicidir. Ama ele geçirilecek topraklardaki kent, kasaba ve köylerde tüm yaşamın yok edilmesi buyruğunu örtmeye yarar (Joshua ve Jericho miti bunlardan yalnızca biridir). Bu mitler "kutsal" olmak bir yana, yalnızca yabanıldırlar ve Mezopotamya kültürleri ile herhangi bir karşılaştırmayı hak etmezler. Etik olarak bütünüyle eğitimsiz ve moral olarak bütünüyle duyunçsuz bir kültürün kollektif imgeleminin yaratılarıdırlar. Bugün aynı etik-dışı ve ahlak-dışı bilinç yapısı çağdaş bilincin çok geniş bir kesimi tarafından, bu kültürün politik önderleri tarafından, dinsel ve akademik kurumları tarafından paylaşılmaktadır.

 

Deuteronomy 20:10-18 / New International Version (NIV)

“Ama, ulusların Tanrınız Efendinin bir kalıt olarak size verdiği kentlerinde nefes alan hiçbirşeyi sağ bırakmayın. Tanrınız Efendinin size buyurduğu gibi onları — Hititleri, Amoritleri, Kananitleri, Perizzitleri, Hivitleri ve Jebusitleri — tam olarak yok edin.”

“However, in the cities of the nations the Lord your God is giving you as an inheritance, do not leave alive anything that breathes.  Completely destroy them — the Hittites, Amorites, Canaanites, Perizzites, Hivites and Jebusites — as the Lord your God has commanded you.

 

Tanrı İsrail oğullarına savaşmaktan korkmamalarını söyler, çünkü kendisi de onlara katılacaktır.
Monoteizmin Savaşan ‘Tanrısı’

20:4. “Çünkü Tanrınız Efendi sizi kurtarmak için düşmanlarınıza karşı sizden yana savaşmak için sizinle birlikte gidendir.” :: “For the Lord your God is he that goeth with you, to fight for you against your enemies, to save you.”

 

Musa’nın Tanrısının Bir Buyruğu: “Öldürmeyeceksin!”
Bu buyruğu çiğneyen buyruk hemen arkadan gelir:

Sonraki Bir Buyruk:
“Vaadedilmiş Topraklardaki kentleri kılıçtan geçireceksin!”
Direnen kentlerdeki nüfus "Yehova"ya adak olarak sunulacak, "nefes alan hiçbir canlı sağ bırakılmayacaktır."


Jericho: Epik Etnik Temizlik

Jericho: Epik Etnik Temizlik

Yahweh İsrail oğullarına kendisini tanrı olarak tanımaları karşılığında toprak vaadetti. Ama bu topraklarda daha şimdiden kentler ve kasabalar ve köyler vardı. Sorun değil. İsrailliler, Aski Ahit'in anlattığı mite göre, tüm nüfusu kılıçtan geçirdiler. Yahweh bir kabile ile pazarlık eden enteresan bir "tanrı"dır. İsrail oğullarına başkalarının toprağını verecek ve karşılık olarak ele geçirilecek kentlerdeki tüm nüfus kesilerek ona adak olarak sunulacak ve bir bonus olarak insanların altın, gümüş, demir ve bronzları da kendisine bırakılacaktır. Bu mitin sapıklığın düzeyi onu okuyanların moral yargılarını bloke eder.

Musa'nın ölümünden sonra Tanrı (Jahweh) Joshua'yı İsrail halkının önderi olarak seçer. Mısır'dan çıktıktan sonraki adım İsrail halkının Tanrının kılavuzluğu altında Kenan ülkesini (Filistin) fethetmesidir. Tanrı Joshua'ya şunları söyler: "Korkma, cesaretini yitirme, çünkü Tanrınız Efendi nereye giderseniz sizinle olacak" (Joshua 1:9).

Yehuwa onu kurgulayan yazarların inceliksizliğini yansıtır. "Seçtiği" halk bütün bölgenin bilgisiz, görgüsüz, acımasız, ahlaksız ve duyunçsuz gezgin kabileleridir. "Başka" mitolojik tanrılar çoğunlukla doğa işlerini düzenlemekle ilgilenirler ve hiç biri Yehuwa’ya benzemez.

 

Jericho Kitle Kıyımı
Jericho Yahweh'in en ünlü kitle cinayetlerinden biridir. İnananlar buna bayılıyor görünürler. Hakkında şarkılar söyler ve çocuklarına onu anlatırlar.

Her motifinde bir duyunçsuzluk başyapıtı olan "Joshua'nın Kitabı" Eski Ahit'in altıncı kitabıdır. Yahweh Joshua'ya Jericho kentini ve daha başkalarını ona verdiğini bildirir. İlk olarak Joshua'dan adamları altı gün boyunca her gün kent çevresinde yedi kez yürüyüş yapacaklar ve bu yapılırken arkın (sandık) önünde yürüyen yedi rahip koç boynuzlarından yapılmış yedi borazanı çalacaktır. Yedinci gün yedi rahip yedi borazanı çalarak kent çevresinde yedi kez yürüyüş yapacaktır. Sonunda uzun bir güçlü üfleme yapacaklar, herkes haykıracak, ve duvarlar devrilecektir. Borazanlar çalar, insanlar haykırır ve duvarlar devrilir. Sonra Joshua askerlere Tanrıya bir sunu olarak kentteki herkesi öldürmelerini söyler. Ve tüm gümüş, altın, bronz ve demir de sunular olarak yalnızca Tanrıya bırakılacaktır.

6:23 And they utterly destroyed all that was in the city, both man and woman, young and old, and ox, and sheep, and ass, with the edge of the sword.

6:24 And they burnt the city with fire, and all that was therein: only the silver, and the gold, and the vessels of brass and of iron, they put into the treasury of the house of the LORD.

Bu metin herhangi bir eleştiriye, herhangi bir ateşli ateistin çözümlemesine gereksinmez. Belki de gözden kaçırılmaması gereken biricik nokta inananların ve onların Katolik ve Protestan rahiplerinin bütün bu yabanıllığı tanrısal türe olarak ve böyle metinleri "Kutsal Yazılar" olarak görmeyi sürdürmeleridir. Bu olgu yaygın ve derin bir moral duyarsızlığı ele verir. Eski Ahit yazarlarının imgelemlerinde yer alan bu tür sadistik ve sapık olaylara edimsel tarihin kendisi bile izin vermez. Jericho Savaşının yer aldığını gösteren herhangi bir arkeolojik kanıt ya da Eski Ahit metninden başka herhangi bir belge yoktur.

 

Çocukları moral olarak geliştirmek ve onlara yüksek karakter kazandırmak için yapılmış bir çizgi film. (LINK)

“The Book of Joshua” (Eski Ahit)

“The Book of Joshua”

1:1 Now after the death of Moses the servant of the LORD it came to pass, that the LORD spake unto Joshua the son of Nun, Moses' minister, saying,

1:2 Moses my servant is dead; now therefore arise, go over this Jordan, thou, and all this people, unto the land which I do give to them, even to the children of Israel.

1:3 Every place that the sole of your foot shall tread upon, that have I given unto you, as I said unto Moses.

1:4 From the wilderness and this Lebanon even unto the great river, the river Euphrates, all the land of the Hittites, and unto the great sea toward the going down of the sun, shall be your coast.

1:5 There shall not any man be able to stand before thee all the days of thy life: as I was with Moses, so I will be with thee: I will not fail thee, nor forsake thee.

1:6 Be strong and of a good courage: for unto this people shalt thou divide for an inheritance the land, which I sware unto their fathers to give them.

1:7 Only be thou strong and very courageous, that thou mayest observe to do according to all the law, which Moses my servant commanded thee: turn not from it to the right hand or to the left, that thou mayest prosper withersoever thou goest.

1:8 This book of the law shall not depart out of thy mouth; but thou shalt meditate therein day and night, that thou mayest observe to do according to all that is written therein: for then thou shalt make thy way prosperous, and then thou shalt have good success.

1:9 Have not I commanded thee? Be strong and of a good courage; be not afraid, neither be thou dismayed: for the LORD thy God is with thee whithersoever thou goest.

1:10 Then Joshua commanded the officers of the people, saying,

1:11 Pass through the host, and command the people, saying, Prepare you victuals; for within three days ye shall pass over this Jordan, to go in to possess the land, which the LORD your God giveth you to possess it.

1:12 And to the Reubenites, and to the Gadites, and to half the tribe of Manasseh, spake Joshua, saying,

1:13 Remember the word which Moses the servant of the LORD commanded you, saying, The LORD your God hath given you rest, and hath given you this land.

1:14 Your wives, your little ones, and your cattle, shall remain in the land which Moses gave you on this side Jordan; but ye shall pass before your brethren armed, all the mighty men of valour, and help them;

1:15 Until the LORD have given your brethren rest, as he hath given you, and they also have possessed the land which the LORD your God giveth them: then ye shall return unto the land of your possession, and enjoy it, which Moses the LORD's servant gave you on this side Jordan toward the sunrising.

1:16 And they answered Joshua, saying, All that thou commandest us we will do, and whithersoever thou sendest us, we will go.

1:17 According as we hearkened unto Moses in all things, so will we hearken unto thee: only the LORD thy God be with thee, as he was with Moses.

1:18 Whosoever he be that doth rebel against thy commandment, and will not hearken unto thy words in all that thou commandest him, he shall be put to death: only be strong and of a good courage.


2:1 And Joshua the son of Nun sent out of Shittim two men to spy secretly, saying, Go view the land, even Jericho. And they went, and came into an harlot's house, named Rahab, and lodged there.

2:2 And it was told the king of Jericho, saying, Behold, there came men in hither to night of the children of Israel to search out the country.

2:3 And the king of Jericho sent unto Rahab, saying, Bring forth the men that are come to thee, which are entered into thine house: for they be come to search out all the country.

2:4 And the woman took the two men, and hid them, and said thus, There came men unto me, but I wist not whence they were:

2:5 And it came to pass about the time of shutting of the gate, when it was dark, that the men went out: whither the men went I wot not: pursue after them quickly; for ye shall overtake them.

2:6 But she had brought them up to the roof of the house, and hid them with the stalks of flax, which she had laid in order upon the roof.

2:7 And the men pursued after them the way to Jordan unto the fords: and as soon as they which pursued after them were gone out, they shut the gate.

2:8 And before they were laid down, she came up unto them upon the roof;

2:9 And she said unto the men, I know that the LORD hath given you the land, and that your terror is fallen upon us, and that all the inhabitants of the land faint because of you.

2:10 For we have heard how the LORD dried up the water of the Red sea for you, when ye came out of Egypt; and what ye did unto the two kings of the Amorites, that were on the other side Jordan, Sihon and Og, whom ye utterly destroyed.

2:11 And as soon as we had heard these things, our hearts did melt, neither did there remain any more courage in any man, because of you: for the LORD your God, he is God in heaven above, and in earth beneath.

2:12 Now therefore, I pray you, swear unto me by the LORD, since I have shewed you kindness, that ye will also shew kindness unto my father's house, and give me a true token:

2:13 And that ye will save alive my father, and my mother, and my brethren, and my sisters, and all that they have, and deliver our lives from death.

2:14 And the men answered her, Our life for yours, if ye utter not this our business. And it shall be, when the LORD hath given us the land, that we will deal kindly and truly with thee.

2:15 Then she let them down by a cord through the window: for her house was upon the town wall, and she dwelt upon the wall.

2:16 And she said unto them, Get you to the mountain, lest the pursuers meet you; and hide yourselves there three days, until the pursuers be returned: and afterward may ye go your way.

2:17 And the men said unto her, We will be blameless of this thine oath which thou hast made us swear.

2:18 Behold, when we come into the land, thou shalt bind this line of scarlet thread in the window which thou didst let us down by: and thou shalt bring thy father, and thy mother, and thy brethren, and all thy father's household, home unto thee.

2:19 And it shall be, that whosoever shall go out of the doors of thy house into the street, his blood shall be upon his head, and we will be guiltless: and whosoever shall be with thee in the house, his blood shall be on our head, if any hand be upon him.

2:20 And if thou utter this our business, then we will be quit of thine oath which thou hast made us to swear.

2:21 And she said, According unto your words, so be it. And she sent them away, and they departed: and she bound the scarlet line in the window.

2:22 And they went, and came unto the mountain, and abode there three days, until the pursuers were returned: and the pursuers sought them throughout all the way, but found them not.

2:23 So the two men returned, and descended from the mountain, and passed over, and came to Joshua the son of Nun, and told him all things that befell them:

2:24 And they said unto Joshua, Truly the LORD hath delivered into our hands all the land; for even all the inhabitants of the country do faint because of us.

 

3:1 And Joshua rose early in the morning; and they removed from Shittim, and came to Jordan, he and all the children of Israel, and lodged there before they passed over.

3:2 And it came to pass after three days, that the officers went through the host;

3:3 And they commanded the people, saying, When ye see the ark of the covenant of the LORD your God, and the priests the Levites bearing it, then ye shall remove from your place, and go after it.

3:4 Yet there shall be a space between you and it, about two thousand cubits by measure: come not near unto it, that ye may know the way by which ye must go: for ye have not passed this way heretofore.

3:5 And Joshua said unto the people, Sanctify yourselves: for to morrow the LORD will do wonders among you.

3:6 And Joshua spake unto the priests, saying, Take up the ark of the covenant, and pass over before the people. And they took up the ark of the covenant, and went before the people.

3:7 And the LORD said unto Joshua, This day will I begin to magnify thee in the sight of all Israel, that they may know that, as I was with Moses, so I will be with thee.

3:8 And thou shalt command the priests that bear the ark of the covenant, saying, When ye are come to the brink of the water of Jordan, ye shall stand still in Jordan.

3:9 And Joshua said unto the children of Israel, Come hither, and hear the words of the LORD your God.

3:10 And Joshua said, Hereby ye shall know that the living God is among you, and that he will without fail drive out from before you the Canaanites, and the Hittites, and the Hivites, and the Perizzites, and the Girgashites, and the Amorites, and the Jebusites.

3:11 Behold, the ark of the covenant of the LORD of all the earth passeth over before you into Jordan.

3:12 Now therefore take you twelve men out of the tribes of Israel, out of every tribe a man.

3:13 And it shall come to pass, as soon as the soles of the feet of the priests that bear the ark of the LORD, the LORD of all the earth, shall rest in the waters of Jordan, that the waters of Jordan shall be cut off from the waters that come down from above; and they shall stand upon an heap.

3:14 And it came to pass, when the people removed from their tents, to pass over Jordan, and the priests bearing the ark of the covenant before the people;

3:15 And as they that bare the ark were come unto Jordan, and the feet of the priests that bare the ark were dipped in the brim of the water, (for Jordan overfloweth all his banks all the time of harvest,)

3:16 That the waters which came down from above stood and rose up upon an heap very far from the city Adam, that is beside Zaretan: and those that came down toward the sea of the plain, even the salt sea, failed, and were cut off: and the people passed over right against Jericho.

3:17 And the priests that bare the ark of the covenant of the LORD stood firm on dry ground in the midst of Jordan, and all the Israelites passed over on dry ground, until all the people were passed clean over Jordan.

...

4:12 And the children of Reuben, and the children of Gad, and half the tribe of Manasseh, passed over armed before the children of Israel, as Moses spake unto them:

4:13 About forty thousand prepared for war passed over before the LORD unto battle, to the plains of Jericho.

4:14 On that day the LORD magnified Joshua in the sight of all Israel; and they feared him, as they feared Moses, all the days of his life.

...

5:2 At that time the LORD said unto Joshua, Make thee sharp knives, and circumcise again the children of Israel the second time.

...

6:3 And ye shall compass the city, all ye men of war, and go round
about the city once. Thus shalt thou do six days.

6:16 And it came to pass at the seventh time, when the priests blew with the trumpets, Joshua said unto the people, Shout; for the LORD hath given you the city.

6:20 So the people shouted when the priests blew with the trumpets: and it came to pass, when the people heard the sound of the trumpet, and the people shouted with a great shout, that the wall fell down flat, so that the people went up into the city, every man straight before him, and they took the city.

6:21 And they utterly destroyed all that was in the city, both man and woman, young and old, and ox, and sheep, and ass, with the edge of the sword.


6:24 And they burnt the city with fire, and all that was therein: only the silver, and the gold, and the vessels of brass and of iron, they put into the treasury of the house of the LORD.




 

 



 

Reformasyon çoğunlukla "simgesel" değer taşıyan yazıları yorumlama hakkını Roma Katolik Kilisesinin tekelinden aldı ve herkesin kendi duyuncuna bıraktı. İnsanın özgür duyuncu, henüz tarihsel olarak bütünüyle ham olmasına, giderek barbarca olmasına karşın, saltık yargıç rolünü oynamaya başladı.

Bugün de başlıca Eski Ahit'te kapsanan en usdışı ve etik-dışı temalar yine eşit ölçüde usdışı yorumlar tarafından elde geçirilir ve aşağı yukarı oldukları gibi doğrulanır. Bütün bu 'kutsal yazılar" kütlesinin arasından gerçekliğin evrenselliği, insanın ve insanlığın sonsuz değeri kavramlarının ayıklanıp çıkarılması tarihin bir tansığı değil, Platonizmin bu kavramları oraya yerleştirmiş olmasının sonucudur. Üçlülük kavramı insanları bilinçlerinin arkasından işleyerek onları özgür, eşit ve değerli kılar. İznik Konseyinin kararı ve Reformasyon Hıristiyanlığın din kavramına uygun bir din olma yoluna girmesinde dönüm noktalarıdır.

Martin Luther 95 Tezi ile yalnızca bağışlama belgeleri konusunda entellektüel bir tartışma başlatmayı istiyordu. Sonuç başka türlü çıktı. Luther'in Reformasyonun birincil önderlerinden yalnızca biri idi ve Reformasyonu onun eylemi ile başlatan görüş realiteye ancak bir ölçüde uygundur. Almanya'da daha şimdiden Protestan bir kitle temeli ve çok sayıda Protestan Prens vardı. Ve Roma Katolik Kilisesine karşı bireysel ve kollektif eylemlerin başlaması Luther'in 95 Tezinin yazılmasının yüzyıllarca öncesine gider.

Reformasyon önderlerinin birincil ilkelerinden biri Roma Katolik Kilisesinin ve rahiplerin insanlar üzerindeki yetkesini ortadan kaldırmaktı. Katolik Kilise Tanrı ile insan arasında aracılık yapıyor, insanın inanç özgürlüğünü tanımıyordu. Özellikle İncil'den yoksun bırakılan insanlar neye inanacaklarını vb. ancak boşinançlı rahiplerin yorumlarından öğrenebiliyorlardı.

İznik Konseyi Arianizmi reddetti ve Neo-Platonistlerin İsa'nın Tanrının Oğlu olduğu tezlerini kabul etti. Arianus aforoz edildi. Arianizm İsa'nın Tanrının Oğlu olduğu tezini kabul etmiyor, onun sıradan bir insan olduğu görüşünü savunuyordu.

Üçlülük kavramı İncil'in içeriğine uygun olarak dinsel inancı tinsele yöneltti, tüm aracılıkları kaldırdı (İsa yalnızca Tanrının Oğludur, tarihsel bir peygamber değil) ve inancı tüm dışsallıklardan (rahipler, papalık, tütsüler, cübbeler, yontular, ikonlar, imgeler, azizler, kemikler, manastırlar vb.) arındırdı.

Roma Katolik Kilisesi başından boşinançlar ile yüklü olarak doğdu. Yeni inanç "evrensellik" (Yun. katholou / καθόλου / ‘genel olarak’ sözcüğünden) karakterini taşıdığı için tüm halkların, ama tümü de putperest olan halkların dini olarak doğdu. Dinsel bilincin bu geri aşamasında, yeni inanç dünyasına halklar ile birlikte onların boşinançları da kabul edildi. Sonlu nesnelere kutsallık yüklendi ve imgelere, putlara, ikonlara tapınmayı sürdüren bilgisiz kitleler için daha sonra tüm inanç büyük bir putlar kalabalığının ortasında ve Mass Ayini ve rahiplerin yorumları çevresinde örgütlendi.

Reformasyon Dinsel Yazıları yalnızca bireyin duyuncu ve yargısı ile karşı karşıya bıraktığı ve tüm aracılığı ortadan kaldırdığı için, edimsel olarak duyunç özgürlüğü için gereken biricik koşulu sağladı. Protestanlardan bir bölümü inancı dışsallıklardan arındırma sürecini en sonunda Deizme dek vardırdılar.

 



Tarihin Açılması

Tarihin Açılması

  • Soru: Commodor Matthew Perry Japonları dünyaya açılmaya nasıl ikna etti?
  • Yanıt: Top ile. Donanmanın topları ile.

 

Despot ile diyalog olanaksızdır, çünkü diyalog ussallığı gerektirir ve despot usdışıdır. Despot moral olarak aptaldır çünkü özgürlük gibi insanın en özsel kavramından yoksundur. Bu düzeye dek despot en büyük ahlaksızdır ve kendisi gibi duyunç oluşumundan yoksun ahlaksız kitleler ve yığınlar tarafından desteklenir. Samurai ancak moral yeteneği olmayan bir kültürde varolabilirdi. Japon Meijii devrimi bu şiddet ve yok edicilik tinini ortadan kaldırmadı ve yalnızca onun barbar görünüşünü modernleştirdi ve onu daha da güçlü kılacak Batı teknolojisini hizmetine sundu.


Asya dünyanın en eski tarihsel bölgesidir. Ama orada Tarih başlar başlamaz sonlanmıştır. Tarihin kapısına kilit vurmak despotizmin tutucu doğasının olağan sonucudur. Ve despotizmin kendisi özgürlük bilincinin henüz kazanılamamış olmasının bir sonucudur.

Despotizmin Tarihi durdurmasının gizi İstenci tanımamasında yatar. Asya bütün bir tarihi boyunca İstencin evrenselliğine, özgürlük ve eşitliğe yabancı kaldı. Bu nedenle dürtüsel davranışlar dışında bütünüyle eylemsizdir. Ve eylemsizliği onu suçsuz gösterir. İstençsizlik değişmenin ve yenileşmenin de nedenidir, çünkü gelişimin biricik koşulu istencin bastırılmamasıdır.

Öte yandan İstenç ve Özgürlük despotik bilinç için büyük bir risk anlamına gelir, çünkü istenç ilk dolaysızlığı içinde, doğallığı içinde, düşüncesizliği içinde kötülüğe bütünüyle açıktır. Ama bu nedenle istenci bastırmak gereksiz, çünkü olanaksızdır. İnsanın gelişimi için bu Özgürlük riskini göze almak kaçınılmazdır.

 



Tanrı İle Sözleşme

Tanrı İle Sözleşme

Eski Ahit yazarları Hititlerde ve başka Mezopotamya kültürleri durumunda eşit iki yan arasındaki alış-veriş ilişkisini anlatan "sözleşme" kavramını da aldılar ve onu Tanrı ve Adem, Nuh ve daha sonra bütününde İsrail oğulları arasındaki ilişkilere uyguladılar.

Yahudiler durumunda sözleşme ilişkisi eşit konumda olan ve bir üst yetkeyi tanıyan iki yan arasında yapılmaz, ama eşitsiz ast ve üst konumlarında olan iki yan arasında bir tür feodal ilişki gibidir. İki yanın ant içmelerini kapsayan ilk sözleşmede Tanrı Abraham'ın soyunu Tanrının "seçilmiş halkı" olarak kollama sözünü verir ve karşılık olarak halk Tanrıya bağlılık gösterecektir. Sözleşmenin çiğnenmesi durumunda halk cezalandırılacaktır. Eğer Tanrı kendi sözünü tutmaz ve yükümlülüğünü yerine getirmez ise, "ilençlenecektir."

David ile sözleşmede David ve soyunun İsrail oğulların kralları olacağı bir karara bağlanır. Musa ile sözleşmede Tanrı İsrail halkının seçilmiş halk olarak tutulması sözüne karşılık olarak Musa'ya On Buyruğunu bildirir.

 

Musa'nın Sina Dağında Tanrıdan aldığı Tabletler üzerlerinde On Buyruğun kazılı olduğu iki taş parçasıdır (Exodus 31:18). Her tabletin beş buyruk kapsıyor olduğu kabul edilir. Ama sözleşmenin iki eşleminin olması gerektiği için (ki Mısır ve başka ülkelerde uygulamanın biçimi böyle idi), kimi yorumculara göre her bir tabletin on buyruk kapsaması gerekir.

Bağıt Sandığı (Ark) iki tableti kapsadığına inanılan altın kaplı tahta bir sandıktır.

Tüm bu "olaylar" gerçekte olaylar değil, ama aşağı yukarı hiçbir entellektüel desteği olmayan korkmuş bir imgelemin yaratılarıdır. Tanrıbilimcilik bunları ağırbaşlılıkla "tarihsel" olgular olarak alır, moral yorumlamadan bütünüyle kaçınır, ve onlara insanlık için saltık önemi ve anlamı olan "gerçeklikler" olarak yaklaşır. İsrail oğulları özgür olmadıkları için yasalardan da yoksun idiler ve Musa onlar için ancak birkaç buyruk çıkarabilir ve onları da ancak korkutucu bir Tanrı gözdağı ile geçerli kılabilirdi. Başka yerlerde devlet yasaları ve gündelik töreler olan şeylerin Yahudiler için Tanrı buyrukları olması gerekiyordu.

Kendileri Mısır ve Mezopotamya kültürleri üzerine temellenen Klasik Helen ve Roma kültürlerinin büyütmeye başladığı Dünya Tinini moral, etik ve estetik olarak barbarlaştırmada, aptallaştırmada ve çirkinleştirmede hiçbir kültür Eski Ahit kültüründen daha başarılı olmadı. Hıristiyanlık ancak Reformasyondan sonra din kavramına yaklaşmaya başladı. Tanrı kavramı Sevgi imler. Eski Ahit'in Yehovası ona boyun eğeceklerini umduğu seçilmiş halkı dışında bütün bir insanlıktan nefret eden bir tanrıdır.

 

Joshua, Ark, Jericho Savaşı

Joshua, Ark, Jericho Savaşı

 



 



“İncil” Yazarları ve Etik

“İncil” Yazarları ve Etik

"Kutsal Savaş" kavramı Eski Ahit'in özsel temalarından biri olarak görünür, çünkü Yehowa evrenin Moral Yargıcıdır ve yeryüzünü günahtan temizlemeyi istemektedir. Bunun yolu yok etmekten geçer. Ama aynı tema Yeni Ahit'de de sürer:

Revelation 19:11 (LINK)

“I saw heaven standing open and there before me was a white horse, whose rider is called Faithful and True. With justice he judges and makes war. His eyes are like blazing fire, and on his head are many crowns. He has a name written on him that no one but he himself knows. He is dressed in a robe dipped in blood, and his name is the Word of God. The armies of heaven were following him, riding on white horses and dressed in fine linen, white and clean. Out of his mouth comes a sharp sword with which to strike down the nations. "He will rule them with an iron scepter." He treads the winepress of the fury of the wrath of God Almighty. On his robe and on his thigh he has this name written: KING OF KINGS AND LORD OF LORDS.”

Exodus 15:3
"The LORD is a warrior, the LORD is His name."

 

A number of cases of mass killings of people, apparently at God’s behest, are recorded in the Old Testament:

1. The Flood (Genesis 6-8)
2. The cities of the plain, including Sodom and Gomorrah (Genesis 18-19)
3. The Egyptian firstborn sons during the Passover (Exodus 11-12)
4. The Canaanites under Moses and Joshua (Numbers 21:2-3; Deuteronomy 20:17; Joshua 6:17, 21)
5. The Amalekites annihilated by Saul (1 Samuel 15)

The first three examples are similar in that there was no human agent involved – in each case it was God, or an angel of God, who carried out the mass killings directly. The mass killing of the Canaanites is the first of two cases in which the text claims that God’s people, the nation of Israel, were commanded by Him to attack other nations. For this reason, this case will be the focus of this study.

(LINK)

 

Eski Ahit yazarlarının moral karakterden yoksunlukları köleliklerinin ve korkularının olağan sonucudur ve kölelerin özgürlüğü ilkin bir dürtü patlaması olarak nefret tarafından güdülür. "Tanrı"nın buyruğu üzerine yapılan savaşlar gerçekte savaş bile değil ama kitle kıyımlarıdır. Şiddet yalnızca bir barbarlık belirtisi iken, "Kutsal Yazılar"da terör doğrudan doğruya yüceltilir. Bunlara "Tanrı Sözü" olarak bakmak için moral gelişimden bütünüyle yoksun olmak zorunludur.

Aptal imgelem, etik-dışı kültürler, ve büyük yalanlar —

Aptal imgelem, etik-dışı kültürler, ve büyük yalanlar —

 

(LINK)

 



 



 

Üçlülük ve Politik Sonucu

Üçlülük ve politik sonucu

İnsanın Tanrı ile tözsel birliği (homo ousias ya da eş tözlülük) insanın eksiksiz özgürlüğünü imler, çünkü Tanrı ile bir olan insanın üzerinde kendisinden başka hiçbir güç yoktur ve egemen saltık olarak kendisidir. Sorgulamayacağı ve yargılamayacağı hiçbirşey yoktur, çünkü biricik yargıç kendisidir. Ve başkası da saltık olarak aynı özgürlük tinini paylaştığı için, onunla özdeş olan başkasına karşı haksızlığı gerçekte bütünüyle kendine karşı haksızlığıdır. Bu gerçek özgürlük aynı zamanda gerçek eşitliktir ve toplumsal ve politik alanda insanlar arasında ilişki yalnızca eşitlerin ilişkisidir, hiç kimse başka hiç kimse üzerinde güçlü değildir, hiç kimsenin başka hiç kimseden daha çok hakkı yoktur, hiç kimse başka hiç kimsenin egemeni, efendisi ya da yöneticisi değildir. Böyle bir özgürlük tininde insanlığın politik barbarlık dönemi sona ermiştir. Ekonomi ve politika olarak bütün bir etik yapı, ve felsefe, güzel sanatlar ve bilimler olarak bütün bir tinsel gizillik özgürce gelişim sürecine girer.

Din kavramına uygun dinsel bilincin inancı gerçekliğe inançtır ve ancak insan özgürlüğünü ve eşitliğini tanıyan bu bilinç politik olarak demokrasi kavramına bütünüyle uygun demokrasinin zeminidir. Realitede demokrasi tininin gelişimi zamansal ve aşamalıdır. Ve özgürlük bilincinin tersinmez olması ölçüsünde süreç yalnızca gelişime açıktır.

Evrensel İnsan Hakları kavramı kültürün bugünkü gelişim düzeyinde aklanışını bir En Yüksek Varlığın, bir Tanrının onayında aramayı sürdürmektedir. Ve evrensel insan haklarının en acımasız çiğnenişi ile birlikte giden bu duyunç uyanışı henüz yarı yoldadır.

  • Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi —  "En Yüksek Varlığın destekleri altında" ("sous les auspices de l’Étre supréme")
  • Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi — "Doğanın ve Doğanın Tanrısının Yasaları" ("the Laws of Nature and of Nature’s God")
  • Federal Alman Cumhuriyeti Temel Yasası — "Tanrı ve insan önünde sorumluluğunun bilinci içinde" ("Im Bewußtsein seiner Verantwortung vor Gott und den Menschen”)

 

Kullardan oluşmayan ve hiçbir dışsal güce boyun eğme durumunda olmayan böyle özgür kültürlerde özsel sorun duyunçların ne düzeyde gerçekten özgür olmayı başarabildiğidir.



Duyunç Özgürlüğü

Duyunç özgürlüğü

Ahlak duyuncun işlevidir çünkü moral normun (belirli olarak iyi, doğru, haklı olanın) yargıcı duyunçtur. Duyunç gelişimi açısından, insanın moral büyümesi açısından önemli olan biricik nokta kişisel-bireysel duyuncun kendisinin moral yargının kaynağı olup olmadığıdır.

İnsana moral normları dışsal olarak verildiği zaman bu normlar da herhangi bir insanın, bireyin kendisinden başka birinin duyuncunun yargılarıdır. Dışsal ahlak insanın insana boyun eğmesinden başka birşey değildir.

Duyunç kavramının özgürlük ile bir olması ölçüsünde, boyun eğen insan da tıpkı efendisi gibi duyunçsuzdur, ve tarihsel olarak bu usdışı ayrımı ortadan kaldıracak olan duyuncu kazanmak zorundadır.

 

Duyunç büyür ya da gelişimi aşamalıdır. Bu nedenle duyunç gelişiminden bütünüyle yoksun insanın özgürlüğü kendini ilkin seçme özgürlüğü olarak, dilediğini yapabilme özgürlüğü olarak, keyfi özgürlük ya da özenç olarak gösterir. Bu nedenle Rusya gibi, Çin gibi kültürlerde bölümsel olarak da olsa ilk kez özgürlüklerini kazanan eski köleler ilkin hak kavramının kendisini çiğnerler ve ilk eylemleri yolsuzluklardan, hırsızlıklardan ve benzerlerinden oluşur. Politika tiranlık biçimini kaldığı yerden sürdürür ve nüfus bu ham özgürlüğün kendisinden dehşete düşerek despotizmden vazgeçmeye hazır ve istekli değildir. Putin 2018'de nüfusun yaklaşık olarak %70'inin desteğini alırken, geri kalan yaklaşık %30'un önemli bir bölümü başka tiranlık biçimlerine sarılmada diretir.

 



Duyunç Özgürlüğü ve Devlet

Duyunç özgürlüğü ve devlet

Yalnızca çocukların ve kölelerin duyuncu gelişmemiştir ve yalnızca istençsiz halkların yönetilmeleri gerekir. Tarihsel olarak, böyle istençsiz ve duyunçsuz kültürlerin yazgısı yalnızca despotun karakteri tarafından belirlenir.

Hiçbir dışsal etmenin, hiçbir başkasının dokunamayacağı duyunç, hiçbir gücün bastıramayacağı duyunç özgürlüğü insanın evrensel yargı özgürlüğü olarak içinde yaşadığı bütün bir politik yapının haklı, ahlaklı ve törel niteliğinin de yargıcıdır. Özgürlük hakkın en önemsiz bir çiğnenişine ve kısıtlanışına, etik yaşamın en küçük bir geriliğine izin veremez.

 





 

Etik ve Küreselleşme / 2018.03.22 CKM

Etik ve Küreselleşme — 2018.03.22

Din ve Dünya Tarihi; Tarihin Açılması
Despotizm; Demokrasi; Yurttaş; Yurttaş Toplumu; Ekonomi; Yurttaş Toplumu Örgütleri; Şirketlerin Moral Niteliği; İstenç ve Duyunç; Irkçılık

Din Kavramı ve Dünya Tarihi

Din Kavramı ve Dünya Tarihi

Tarih homo sapiensin gizil özgürlüğünü edimselleştirme, ham insanlığın tüzel, ahlaksal ve törel büyüme sürecidir.

Doğal bilinç için Tanrı kavramı hak, ahlak ve törellik alanlarının tümü için aklama zeminidir. Neyin hak olduğunu, neyin doğru olduğunu ve neyin iyi olduğunu Tanrı bilir, ve bu konularda doğal bilinç yalnızca Tanrının buyruğuna boyun eğmeyi ister. Tarihin kitleleri us tarafından değil, Tanrı olarak us tarafından inandırılır. Tüzel, ahlaksal, törel doğrunun gerçekten de doğru olduğunu ona ancak Tanrı bildirebilir. Bu bilinç duyunç özgürlüğünü kazanıncaya dek, ona böyle yüksek sorunlarda ancak kendisine boyun eğeceği bir duyunç yardım edebilir. Bu dışsal duyunç ancak kendisinin Tanrı ile bir olduğunu kabul ettiği zaman onun kendi duyuncu olur. O zaman özgürdür ve duyuncu üzerinde hiçbir üstün güç yoktur, tüm sorumluluğunu kendisi üstlenmek zorundadır.

Din kültür dizgesinin bir bileşeni olarak dizgenin karakteri tarafından belirlenir ve aynı zamanda onu belirler. Din kavramına uygun düşmeyen dinler kültürün gelişimini engelleyici olurlar, çünkü değiştirilemez ve çiğnenemez moral buyruklarından ötürü dizgenin geri kalan bileşenlerinin değişim ve gelişimini engellerler. Laiklik yalnızca pozitif dinlerin bu durdurucu etkisini önlemek için bir önlemdir. Ve modern dönemin duyunç özgürlüğünün bilinci ile birlikte gitmesi laikliğin yalnızca ön-moderni ilgilendiren bir önlem olduğunu gösterir.

 

 

Tarihsel gelişim istenç özgürlüğüne bağlıdır. Ve tek-tanrılı dinler halkların duyunçları üzerinde belirleyicidir. Etik alanda neyin doğru olduğuna ahlak alanı karar verir; ya da İstencin eyleminin ereği duyunç tarafından aklanır.

Üçlülük Din Kavramı yalnızca üç bileşenin bulunmasına ve yanyana durmasına bağlı değildir. Böyle üçlülükler giderek hayvanlara tanrısallık yükleyen Hinduizmde bile bulunur (Brahma, Vishnu, ve Shiva). Ama bu ve daha başka üçlülüklerin herhangi bir mantığı yoktur ve yalnızca sayısaldırlar.

Din kavramı Tanrı, Yaratısı (Oğul) ve ikisinin Birliğinden (Kutsal Tin) başka hiçbirşey kapsamaz. Logos, Doğaya geçiş ve ikisinin birliği olarak Tin kavramlarının tasarımsal anlatımı olan din kavramı dinsel bilinçte tasarımsal olarak yeniden kurulur. Eğer "üçlülük" teriminde bileşenler yerine sayılar geçirilirse, durum 1 + 1 = 1 ya da 1 + 1 + 1 = 1 olacaktır. Üçlülük kavramı sayısal değildir. Us, Doğa ve Tin dinsel bilinçte Tanrı, Oğul ve Kutsal Tin olarak tasarımlanır ve bilgi nesnesi değil, inanç nesnesi yapılır.

Tanrının saltık Bir ve yalnızca Bir olduğunu kabul eden Yahudi inancı insanı Tanrıdan buyruklar almak zorunda olan bir köleye indirir. Bu soyut monoteizm Birin dışındaki herşeyi ikincil ya da değersiz kılar. Buna karşı, Üçlülük kavramı Tanrı kavramının kendisinden zorunlu olarak doğar. Tanrı yaratmalıdır. Bu Saltık Olumlunun Olumsuza, Birin Çoka, Evrenselin Tikele, İdealin Reele, Sonsuzun Sonluya, kendine Özdeşin kendi ile Ayrıma vb. geçiş kıpısıdır. Bu ayrım ya da karşıtlık ya da sonluluk kıpısında ilk bakışta Tanrı kendi kavramını yitirir. Ama Tanrı yarattığı herşeyi kendisinden yaratır ve yarattığı herşey kendisidir: Yaratısında kendisindedir. Tanrı Doğayı ya da Oğulu yaratır ve kendinde yaratısı ile Birdir. Ama karşıtlıkta kalınması usdışıdır, çünkü bu sonluluk kıpısı bir yandan Tanrı kavramının kendisini çürütürken, öte yandan bu karşıtlıkta Tanrının Yaratısı ile Birliği kavramı doğmak zorundadır. Bu Birlik Tanrının ve Yaratısının Birliği olarak üçüncü kıpıdır, soyut Logosun ve somut Doğanın birliği olarak Tindir. Bu iki kıpı da Tanrı kavramını anlatmaz. Tin ikisini de kapsar, karşıtların birliğidir, ve aynı zamanda dinsel bilinç için de gerçek Tanrı kavramıdır. Bu bilinç için Tanrı Tindir.

Tinin tam açınımını kazanma süreci Tarihtir ve bir süreç olarak Dünya Tarihi İstencin ereksel eylemidir. Din kavramının insanın özsel doğasının terimlerinde anlaşıldığı düzeye dek, din kavramının dinsel bilinçte açınımı ve tarihin gelişim zorunlu olarak etkileşim içindedir. Din ancak kavramına uygun düşmeyen pozitif şekillenmelerinde tarihsel gelişim için engelleyici olur. Yahudilikte ve İslamda duyunç özgürlüğü tanınmaz, bireysel istenç tanrısal yazgının gücü önünde boyun eğer ve değişim, ilerleme, gelişim yasaklanır. Eylemsiz kültür yalnızca kendini yineler ve yenilik ve yenileşme reddedilir.

 

 

Dünya Tarihi istencin ereksel açınım sürecidir. İstenç kendine hak, ahlak ve etik alanlarında belirlenim verdiği için, ve bu aynı üç alan aynı zamanda din kavramını ilgilendirdiği için, İstenç ve Din arasındaki ilişki Dünya Tarihinin süreci açısından belirleyici önemdedir. Din insanlık ile ilişkisinde salt moral bir etmen değildir. Din bütün gerçekliğe inançtır, onun bilgisi değil. Ama gerçek inanç ussal bilgiye dayanan inançtır.

Helenik din Güzellik Dini olarak insanın moral yaşamı ile ilgilenecek bir dinadamları sınıfını gerektirmedi. Helenik ahlak ve etik bir bireysel özgürlük sorunu ve Helenik ekonomik ve politik yaşam ya da Helenik Toplum ve Devlet laik idi. Orada toplumsal ve politik yaşam üzerinde dinsel bir yetke ve güç yoktu. Bireysel duyunç herhangi bir dışsal gücün denetimi altında değildi ve ilk kez Helenik tinde duyunç kendini keşfetti (Sokrates).

Hıristiyanlığın doğum yeri olan Roma İmparatorluğu Hıristiyanlık ile bağdaşmayan bir etik yapı idi. Doğu İmparatorluğu kendini yeni dine uyarlarken, Batı İmparatorluğu Hıristiyanlığın ve Barbar göçlerinin birleşik etkisi altında çözüldü ve ortadan kalktı. Hıristiyanlık daha başından kitlelerin putperest boşinançlarını da soğurarak din kavramına uymayan putperest bir inanç biçimi olarak şekillendi.

Anaxagoras Nousu evrenin özü olarak ileri sürdüğü zaman yalnızca küçük bir ayrım ile (Logos terimi yerine Nous terimini kullanarak) evrenin özsel doğası ve insanın özsel doğası arasındaki Birliğe anlatım vermiş oldu. Evrenin özü olan Nous aynı zamanda insanın da özü, onun da Nousudur. Nous ya da Logos dinsel bilinç için Tanrıdır.

Yunanlılar insan özgürlüğünü ve özgür istenci tanıyorlardı. Bilmedikleri ya da henüz çıkarsamadıkları şey özgürlüğün evrenselliği idi. İki bin yıl sonra "İnsan özgür doğar/L’homme est né libre" diyen Rousseau bu çıkarsamayı dünyaya duyurdu. Özgürlüğün evrenselliğini yadsımak homo sapiensin kimi ırklarını insan-altı görmeyi getirir.

Kavramlar ile değil, tasarımlar ile düşünen ve gerçekliği bilmek yerine ona inanan dinsel bilincin imgesel düzleminde İnsanın Tanrının Oğlu ve Tanrı ile Bir olması onun özgürlüğünün tanınması demektir. Ve ancak özgür insanlar eşitler olabilirler. Ve ancak özgür ve eşit insanlar birbirlerinde kendilerini bulabilir, kardeşler olabilirler. Ve ancak insan doğasının bu en özsel kavramlarının düzleminde Kilise ya da Kutsal Tin tüm insanlığı kucaklayan bir anlatım olur.

Üçlülük kavramına özünlü özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramları aynı zamanda modern devrimin kavramlarıdır. Gerçek din kavramı duyunç, istenç, özgürlük açısından insan için tüm dışsal sınırlamanın ortadan kaldırılmasını imler. Özgürlük öz-belirlenim, kendini kendi özüne göre belirlemedir. Üçlülük din kavramı politik eylemin erekleri olan evrensel insan haklarının, duyunç özgürlüğünün ve yasa egemenliğinin inanç düzleminde aklanmasını sağlar.

 

Yahudilik Üçlülük kavramını tanımaz:

"Dinle, ey İsrail: Tanrımız EFENDİ, EFENDİ birdir!" (Deutronomy 6:4). "Ve Tanrın EFENDİyi tüm yüreğin ile ve tüm ruhun ile ve tüm gücün ile seveceksin." (Deutronomy 6:4)

6:4 Hear, O Israel: The LORD our God is one LORD: 6:5 And thou shalt love the LORD thy God with all thine heart, and with all thy soul, and with all thy might." (Deutronomy)

“Tanrın olan EFENDİden korkacaksın, ona hizmet edeceksin ve onun adına yemin edeceksin.” (6.13)

6:13 Thou shalt fear the LORD thy God, and serve him, and shalt swear by his name.

 

(Başka tanrılar vardır, ama bunlar YHWH ile bir olan tanrılar değil, ondan başka tanrılardır:)

“Başka tanrıların, çevrendeki insanların tanrılarının arkasından gitmeyeceksin.” “(Çünkü senin Tanrın EFENDİ aranızda kıskanç bir Tanrıdır), ki senin Tanrın EFENDİnin öfkesi sana karşı alevlenmesin ve seni yeryüzünden yok etmesin.”

(6:14) Ye shall not go after other gods, of the gods of the people which are round about you; 6:15 (For the LORD thy God is a jealous God among you) lest the anger of the LORD thy God be kindled against thee, and destroy thee from off the face of the earth.

 



Dünya Tarihi ve Ahlak

Dünya Tarihi ve Ahlak

Bir kültür duyunç özgürlüğü ve ahlaksal karakter kazanmaksızın, bireyler en içsel özlerinde gerçekten kendileri olmaksızın gelişme sürecine giremez.

Kültür gelişmelidir çünkü kültür her zaman ve her bileşeninde ideale karşılık düşmeyen geçici bir tinsel yapıdır.

Kültür estetik duyarlığında, moral duygusunda ve düşünme gücünde gelişmelidir. Tin gelişmek için hiçbir dışsallığa gereksinmez, çünkü tüm bileşenlerinde bir potansiyel, edimselleşmeye doğru bir gizilliktir ve özsel olarak özgürdür. Tinin gelişmek için gereksindi şey yalnızca ve yalnızca engellenmemek, kendi kendisini engellememektir.

Kültür gerçek değil ama yanlıştır çünkü ideal değildir.

"Gerçek" olmak kavramına ya da idealine karşılık düşmektir. Bu düzeye dek tarihsel kültürler tinin gerçek varoluşları değil, geçici, yitici ve sonlu biçimleridir. Gerçek olmak var olmaktır. Ama kültürün bir varlığı yoktur, çünkü geçmişte yok iken ve gelecekte de yine yok olacaktır. Kültür varlığı olduğu gibi yokluğu da kapsar, bir oluş sürecidir ve sürekli olarak ortadan kalkarak daha yüksek biçimlerde yeniden ortaya çıkar. Tarih tinin ereksel oluş ya da gelişim sürecidir.

 

Modern dönem Reformasyon ile başlar — Roma Katolik Kilisesi ile ya da Ortodoksluk ile ya da İslamik ya da Budist tin ile değil. Modern dönem özgürlük dönemidir ve Reformasyon kurumsal dinin Avrupa'nın milyonları üzerindeki pençesini gevşetmeye başlayan eylemdir. Din kitle ahlakını belirlemede herşeyden etkili olan etmendir ve Reformasyon Roma Katolik Kilisesinin insan duyunçları üzerindeki tekelini kıran eylemdir. Reformasyonun özsel belirlenimi dinin dışsal olarak duyuncu belirlemesine son vermesinde yatar, çünkü insanı Kurumsal Kilisenin kılavuzluğundan, dinadamlığından ve en içsel kölelikten kurtarır, insanı kendi duyuncu ile baş başa bırakır, varoluşun tüm sorumluluğunu özgür bireye yükler.

Avrupa'da Reformasyon din kavramına uygun düşmeyen Roma Katolik Kilisesini ortadan kaldırma ve Hıristiyanlığın özüne geri dönme programına dönüştü. Bu Kurumun düzelmesi ortadan kalkması demektir, çünkü bütün bir Katoliklik inancında duyusalın, sonlunun, materyalin ötesine geçmez. Kurumsal Kilise insanların duyunçlarını denetim altına alır, etik yaşamlarını denetler ve politik gücünü evrensel olarak kabul ettirmeyi amaçlar. Bütünüyle ahlaksız bir kurumsal yapı kendini Tanrı adına ileri sürer.

Etik gelişim özgürlük yoluyla kazanılır. Özgür istencin yokluğunda etik değişmeye kapalı bir alışkanlıklar yapısı olarak tarihsel önemini ve diriliğini yitirir.

 

Yahudilik inancı buyruk üzerine, 10 Buyruk üzerine ve dolayısıyla sonsuz ölçüde güçlü bir varlıktan ceza gözdağı üzerine, kısaca korku üzerine dayayan bir dindir. Bu nedenle özgürlük değil, kölelik dinidir ve insanın sonsuz bir güç karşısında sonsuz değersizliğe indirgenmesi sonucuna götürür.

Bu tikelci dinde tikel, güçlü, korkutucu bir Tanrının, insan adak isteyen bir ‘Tanrı’nın kulları ussal varlıklar olarak ve moral varlıklar olarak tanınmaz. Ve kullar kabilesi dışında kalanların aynı Tanrıya inanmasına da izin verilmediği için, insanlığın geri kalanı insan olarak da görülmez. Gentile olarak görülür. Böyle bir ‘din’ ona inanan için sopa dini ve ona inanmayan için kılıç dinidir. Anti-Semitizm eşit ölçüde insanlık-dışı bir Semitizmin sonucudur. Böyle bir boşinancı din olarak kabul eden insanlardan sonsuza dek herhangi bir uygarlık gelişmez. Barbarlık gelişir.

İnsana yabancı, insandan üstün bir Tanrı karşısında insanın moral karakteri onu cezalandıracak bir güç karşısındaki korku üzerine ve yine onun tarafından duyusal hazlar ile ödüllendirilme beklentisi üzerine dayanır. Bu dinin insana insan gibi yaklaşmayan bir modelidir ve burada inanç içsel bir sorun değil, bütünüyle dışsal bir sorundur. İç özgürlükten, duygunun sonsuzluğundan doğmaz ama bir güç ilişkisi temeline dayanır. Böyle din doğallıkla bir boyun eğme ve kölelik dinidir.

Platonik üçlülük din kavramına göre Tanrı ve onun kendi Oğlu arasında bir güç ilişkisi değil, sevgi ilişkisi vardır. Sevgi kavramı başkasının duygusunda kendi duygusunu bulmaktır. Ve özgürlük kavramı da istenç olarak aynı şeydir. Dinsel bilinçte Tanrı yarattığı Oğlunun başkalığında aynı zamanda kendisinde ve kendi ile Bir olarak kalır, İsa hem insan hem de Tanrıdır, ve Tanrının Sonsuzluğu aynı zamana Sonluyu da kapsayarak gerçek Sonsuzluğunu sürdürür. Tanrı ile sonsuz birliği içinde Oğul aynı zamanda her bir insan ve tüm insanlık olarak Tindir. Dinsel bilinç bu somut birliği sonlu tasarımlar ve simgeler düzleminde düşünmeye çalışır.

 



Ateizm ve Ahlak

Ateizm ve Ahlak

Ateizm pozitif dinler ile aynı Tanrı tasarımını paylaşır, kendi tasarımının yokluğunu ya da varolmadığını ileri sürer, ve din kavramının bilincinden ve bilgisinden yoksundur. Ateizmin inanmadığı şey kendi bilincindeki Tanrı tasarımının varlığıdır. Ateizm usdışı düşlem yaratılarının imgelem dışında varolamayacaklarına inanır, ussal bir tanıtlama yöntemi yoktur ve tasarımsal tanıtlamanın yeterli olduğunu ileri sürer.

Ateizmin moral problemi pozitif etik normları aklayacak hiçbir ölçüt bulamamasında yatar. Pozitif dinlerin moral öğretileri tutucudur. Ama ateizmin moral öğretisi yoktur. Hümanizmin görelilikten kaçınma problemi onu rasyonalizme doğru yönlendirir.

Kendi içindeki türlülüklere karşın, ateizm genellikle Tanrıyı görgül kanıtın eksikliği zemininde ya da doğrulanamaz ya da yanlışlanamaz olması zemininde yadsır. Bu görgücü ateizm Logos kavramını da aynı zeminlerde tanımadığı için, duyunç için herhangi bir aklayıcı ölçüt bulamaz. Öte yandan "laik hümanizm" ya da "dünyasal hümanizm" bir Us kavramını kabul ederek bir din ya da Tanrı olmaksızın duyunç ve etik alanları için bir aklama bulur. Ama dünyasal hümanizm bu us kavramına bir içerik yüklemede güçlüklere düşer. Kaçınılmaz olarak onu sıradan us tasarımlarına indirger ve moral göreliliği yenmede başarılı olamaz.

"Dünyasal ya da laik hümanizm" adlandırması hantaldır çünkü hem "dünyasal" hem de "hümanizm" sözcükleri tasarımsal oldukları için dünyasal hümanizm aşağı yukarı her tür öznelliğe ve keyfiliğe izin verir. Klasik felsefeye yabancı kaldığı ölçüde, dünyasal hümanizm de moral ve etik belirlenimlerini tıpkı Religion de l'Humanité ya da église positiviste gibi ya da Rousseau'nun "Sivil Din" düşüncesi gibi tasarımlardan almakla yetinmek zorundadır.

 

Felsefe ateizm değildir. Din ve Felsefe arasındaki ayrım Farabi'nin belirttiği gibi dinin felsefeye öykünmesi olgusunda yatar. Felsefenin kavramsal olarak düşündüğünü dinsel bilinç tasarımsal olarak düşünür. Felsefe Usun bilgisidir. Din Tanrıya inançtır. Her ikisinin de nesnesi gerçekliktir — birincisi için kavramsal biçim altında ve ikincisi için tasarımsal-imgesel biçim altında.

Ateizm Tanrıyı ve Logosu reddeder. Us etik yaşamın da özü olduğu için, ateizm etik yaşam için hiçbir aklama bulamaz. Ateizm altında etik yaşam olanaksızdır. Bu nedenle ateist de normal olarak ait olduğu kültürün dinsel normlarının dışına çıkmaz, normal olarak o da kültürün geri kalan üyeleri gibi alışkanlıkları ile bilinçsiz törel yaşamını sürdürür ve etik ya da ahlak yokmuş gibi davranmaya yönelmez.

Din kavramına göre din bir yetke değildir, çünkü insan özgürdür ve Tanrıya inancında yalnızca kendi özsel varlığının yetkesi altındadır.

Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlık ikisi de Tarihin gelişimi açısından engelleyici bir nitelik taşırlar, çünkü insanın moral gelişimini durdururlar. Reformasyon bu bağlamda zorunlu olarak ortaya çıkar ve yeni bir din önermez ama yalnızca Roma Katolik Kilisesinin yetkesini kaldırarak Hıristiyanlığı üçlülük kavramına uygun karakterine yeniden döndürür.

 





 

Etik ve Küreselleşme / 2018.03.15 CKM (1)

Etik ve Küreselleşme — 2018.03.15

Dinin Moral Belirleyiciliği; Toplum Kavramı; Yurttaş; Demokrasi; Aile; Birey; Etik Gelişim Modern Kültürün Akışkanlığı; Gelenek
Kralların Tanrısal Yetkesi; Din ve Kültür

Dinin moral belirleyiciliği

Dinin moral belirleyiciliği

İnsan niçin iyi, doğru, dürüst olmak zorundadır? Özgür duyuncun bilinci olmadıkça, kendisi iyinin ve kötünün, doğrunun ve eğrinin yargıcı olmadıkça, insan ancak dışsal bir yetkenin güdüsü altında moral varlık olabilir. O zaman moral bir sorumluluk da taşımaz ve yazgıcılık duyunç özgürlüğünün yokluğunun bir çıkarsamasıdır. Din gerçekliğe inançtır ve salt ahlaksal bir işlev taşımaz; ama duyunç özgürlüğü gelişmedikçe, din insanların duyuncu olarak da işlev görür.

İnsan gerçek moral niteliğini ancak kendi duyuncundan ve kendi duyuncu yoluyla geliştirebilir ve Haklı, Doğru ve İyi konusunda gerçek ve en son yargıç duyunçtur. Duyunç bilgi üzerine dayanır, dışsal yetkeye boyun eğme üzerine değil. Duyunç özgürlüğü moral gelişimin saltık koşulu ve olanağıdır. Başkasının duyuncu doğru, haklı vb. olabilir; ama bireysel özgürlük dışsal yetke için gereksinimi ortadan kaldırır.

 



Modern kültürün akışkanlığı; gelişim

Modern kültürün akışkanlığı

Aile, toplum ve devlet alanlarının ussal yapısı olarak etiğin gelişimi etik dizgelerin göreliliği tarafından güdülenir. Sürecin ereği etik belirlenimlerin ideal biçimlerinin gerçekleşmesidir. Etik gelişim varolan etik yapıların olumsuzlanmasını gerektirir ve bu istencin kendisinin kendine karşı eylemi olarak duyunç özgürlüğü temelinde olanaklıdır. Duyunç özgürlüğü bütün bir tarihsel gelişimde zorunlu bir bileşendir.

Despotik kültürde bireysel duyunç ve istenç yoktur ve kültür herhangi bir olumsuzlama olmaksızın alışkanlık ve gelenek temelinde değişmeksizin yalnızca kendini yineler.

 

Gelenek salt geldiği için geçerlidir ve sorgulandığı zaman ortadan kalkar. Gelenek bu nedenle kendini sorgulamaya kapatır. Gelenek tutucu karakterinden ötürü gelişime kapalı olan despotik kültüre aittir. Kültürü sağlamlaştırır, sürdürür ve modernleşmeye direnir.

Korku üzerine ahlak değil, kölelik kurulabilir. Despotik kültür moral olarak eğitimsiz ve bilgisizdir, ve ancak dışsal gücün dışsal ahlakına boyun eğebilir. Despotik kültür hak konusunda da bilgisizdir ve haklı ve haksız olanı ayırdedemez. Bu düzeye dek eğitimsiz halklar moral normlarını zorunlu olarak dinsel yetkeden alırlar.

Duyunç özgürlüğü korkunun ortadan kalkışıdır. İnsan doğru ve iyi olanı korkudan ve bilgisizce değil, özgürce yapar. Ve duyunç özgürlüğü istençli eylemin de temelidir. Tarihsel eylem ve değişim ancak duyunç özgürlüğü ile başlar. Bu düzeye dek Roma Katolik Kilisesi tarihsel gelişimin de önünde duran tutuculuğun asıl kalesi idi.

Doğu ve Batı arasındaki ayrım birincinin istençsizliği yenememişken, Batı kültürlerinin hiçbir zaman pıhtılaşmamış ve katılaşmamış olmamaları, sürekli olarak ortadan kalkmaları ve yerlerini etik olarak daha yüksek kültürlere bırakmalarıdır.

 



Kralların tanrısal yetkesi

Kralların tanrısal yetkesi

Krallar ve imparatorlar tüm hakkı kendi istençlerinde yoğunlaştırdıkları için krallar ve imparatorlardır. Ön-modern tarihte hak tekerkin ayrıcalığıdır. Tarihin en yüksek ayrıcalığı olarak bu kraliyet gücünü tanrısal hak üzerine dayandırmak keyfi değil, zorunlu bir önlemdir. Sınırsız kraliyet hakkının saltık ya da tanrısal bir temeli olmalıdır ve bu temel ya Tanrı tarafından verilebilir ya da doğrudan doğruya kralların ve imparatorların kendileri tanrılardır. (Osmanlı Sultanları kendilerini Tanrının "gölgesi" olarak görüyorlardı, ki Avrupalı kral ve imparatorlar da benzer olarak birer "gölgeden" daha çoğu olmadıklarına göre arada büyük ayrım yoktur.)

Hakkın kralların tekelinden alınması ve kralların sonunun gelmesi hakkın evrensel olarak tanınmasının, insana salt insan olduğu için ait olarak görülmesinin sonucudur. Hak insan doğasına özünlüdür, kendinde bir idea olarak saltıktır, ve "metafiziksel" demek yerine "kavramsal" olduğunu söylemek daha doğrudur. Hak doğal değil, tinseldir, ve mantıksal idea kendini bu tinsel zeminde bir belirli varoluşlar türlülüğüne açındırır. Hak kavramı gerçekte realitesini idealitesine uygun kılmaya doğru bir oluş süreci ya da ereksel bir süreçtir.

 

Despotik kültürde uyruk hakkı tanrısal bir belirlenim olarak ve dolayısıyla tanınması ve boyun eğilmesi gereken bir belirlenim olarak görür. Kralın istenci hakkın ileri sürülmesi olduğuna göre, kralın sıradan uyruktan daha çoğu, aslında genel olarak insandan daha çoğu olması gerekir (Japonlar 1945'te ve daha sonra Hirohito'yu "Tanrı" olarak görmeyi sürdürdüler). İmparatorların sık sık kendilerini "tanrı" olarak görmeleri istençlerinin evrensel olarak tanınmasına ve güçlerinin bu sonsuzluğunu duyumsamalarına bağlıdır.

Krallar istençlerini tanrısal yetkeye dayandırarak akladıkları zaman, Roma Katolik Kilisesi ile bağlaşma içine girdiler. Buna karşın papalık ve krallar arasında egemenlik konusunda doğallıkla anlaşmazlıklar ve çatışmalar oldu.


 





Etik ve Küreselleşme / 2018.03.15 CKM (2)

Etik ve Küreselleşme — 2018.03.15

Din Kavramı; Üçlülük; Tanrı Kavramı Katoliklik; Hıristiyanlık; Üçlülük Kavramı; Sonluluk; Sonsuzluk; Diyalektik; Çelişki: Sınırlı olmak ve sınırda kendi ile sınırlanmak gerçek sonsuzluktur. Sınırsız olmak sonsuz olmak değildir; tersine, sınırsız olmak sürekli olarak sonluda kalmaktır (kötü sonsuz, yalancı sonsuz, nicel sonsuz).

İstenç; Din Kavramı; Üçlülük

İstenç; İstek; Din Kavramı ya da Üçlülük

"Genel İstenç" anlatımı istenç kavramını anlatır. Rousseau onu Devlet anlamında da kullanır. ‘Doğal istek’ istenç değildir ve duyunç ya da kendini yargılayan istenç doğal isteği durdurabilir.


Din kavramı Tanrı, İnsan ve İnsanlık kavramlarını Birde Üçlülük olarak kapsar. (Tanrı kavramından yoksun bir 'din' gerçekte din değildir.) Doğal bilinç Tanrı kavramına ulaşmadan önce Tanrı tasarımlarını üretir ve bunlar çoğunlukla duyusal doğa-belirlenimleri ile karışmıştır. Eleatiklerin Bir ya da Varlık Kavramında Tanrı tasarımsal düşüncenin ötesine geçer. Burada Tanrı Sonsuzluk niteliğini kazanır. (Yahudi Tanrısı gerçekte tek-Tanrı değildir, çünkü bir yandan Eski Ahit'te bütünüyle açıkça ve birçok metninde Yehova'dan "başka" tanrıların varlığı da kabul edilirken, öte yandan Yahudi Tanrısı Sonsuzluk içermez ve insan ile ilişkisi bir "bağıt" ilişkisidir, Sonsuzun sonlu ile ilişkisi değil. Ve bu tikelcilik başka tanrıları dışlamada kendini başka mitolojik inançlardan ayırdeder.)

İznik Konseyi, İS 325.

Tanrı soyut Varlık, salt soyut Bir ya da soyut Sonsuz değildir. Kavramsal olarak, Bir Çoku, Sonsuz Sonluyu içerir. Dinsel bilinçte Tanrı kendi başkasını yaratarak ilkin kendini sonlulaştırır. Ama yaratısı Tanrının yaratısı olarak o denli de Sonsuzdur ve Sonsuzun Sonsuz tarafından sınırlanması sınırlama değildir. Mantıksal olarak, ilk iki kıpı kendilerinde birdir ve aralarındaki ayrım aynı zamanda özdeşliktir. Tanrının Oğlu olarak İsa da Tanrıdır, ilksiz-sonsuzdur, Tanrı ile eş-tözlüdür. Karşıtlığın kendisinin varlığı aynı zamanda yeni bir durumdur, çünkü karşıtlık yalnızca birinci kıpı ya da yalnızca ikinci kıpı değil ama ikisinin birliği olarak yeni bir terimdir. Bu üçüncü kıpı dinsel bilinçte Kutsal Tin olarak tasarımlanır. Dinsel bilinçte Tanrı, Oğul ve Kutsal Tin her üçü de Tanrıdır ve Birdir.

Kurgul düşünce tasarımın imgeselliği ile karşıtlık içinde kavramlar düzleminde düşünmedir ve kavramın belirli olması ve olumsuzluk kapsaması onun diyalektiği olarak anlaşılan şeydir. Kavram kendi olumsuzu ile birdir ve bu karşıtlığın kendisi birlik olarak yeni bir kavramdır. Dinsel Üçlülük öğretisi bu kurgul mantık üzerine dayanır ve temel olarak Platoniktir. Dinsel doğal bilinç Üçlülüğü tasarımlar düzleminde düşünür, ve burada kaçınılmaz olarak bir yorumlar türlülüğü doğar. Dinsel bilinç bir inanç sorunudur ve inanç olarak duygu tasarımsal düşüncenin çözemediği problemi duygusal sonsuzluk terimlerinde çözer.

 



Üçlülük Kavramı

Üçlülük Kavramı

Üçlülük kavramı tasarımsal doğal bilincin düşünme gücünün ötesindedir, çünkü bu bilinç çelişkinin yadsınması üzerine, özdeşlik ilkesi üzerine işler. Logos, Doğa ve Tin üçlüsünün felsefi bölümlemesi Helenik felsefede mantık, fizik ve etik olarak bulunur. Logos, İdea ve Dünya Ruhu Platonik üçlülüktür.

Üçlülük sorunu İS 325 yılında Konstantin tarafından toplantıya çağrılan İznik Konseyinde karara bağlandı ve İsa'nın Tanrının Oğlu olduğu kabul edildi. Roma İmparatorluğunun bütününden 1.800 piskoposun çağrılmasına karşın gelebilenlerin sayısı 250 (ya da 270, ya da 318) kadardı. İsa'nın Tanrı ile aynı tözü paylaşmadığını çünkü yaratıldığını ve öyleyse sonlu olduğunu ileri süren Arius ve yandaşlarının öğretisi reddedildi.

İsa tasarımını insanlaştırmak ve Tanrıyı daha yükseği olmayan en yüksek Varlık yapmak doğal bilince sağduyulu formül olarak görünür, çünkü bu tasarımsal bilinç tanrısallığın ve insansallığın çelişkili terimler olduklarını ve insanda aynı zamanda bulunamayacaklarını kabul eder. Sonlu insanı yükseltmekten ve ona sonsuz değer, gerçek değer yüklemektense, onu Sonsuz karşısında değersizleştirmeyi ve küçültmeyi daha ussal bulur. Öte yandan, Üçlülük Din Kavramına göre yalnızca İsa tanrısal olmakla kalmaz, ama Kutsal Tin de eşit ölçüde tanrısaldır, çünkü Tanrının ve Oğulun birliğinden oluşur. Oğul insanlığın geri kalanından daha üstün ya da daha yüksek bir terim, ondan ayrı bir terim değildir. Üçlülük kuramına göre terimler en sonunda Birdir.

Üçlülük din kavramı insanın saltık değerinin tasarımsal olarak kabul edilmesinin zeminini sağlar, çünkü insanın duyunç ve istenç özgürlüğünü ortadan kaldırabilecek hiçbir tasarıma izin vermez. Modern demokratik devletler özgürlükçü ve eşitlikçi anayasalarını Tanrı ile ilişkilendirirler. Protestan İskandinav ülkelerinde din devletin denetimindedir.

Üçlülük din kavramının bakış açısından Hıristiyanlığın gelişimi Konstantin'in ya da Flavius ailesinin ya da başkalarının tarihsel bir komplosu olmak zorunda değildir. Gerçekte, Tarihin kendisinin herhangi bir komploya gereksinimi yoktur. Kültürün kendisi, sıradan insanların uslamlama ve imgelem yetileri dini gerçek din kavramı ile uyum içinde evrimlendirmek ve yeniden şekillendirmek için bütünüyle yeterlidir. İsa'yı Tanrının Oğlu olarak kabul eden İznik Konseyi piskoposları bu kararı İmparatorun ya da başka etmenlerin etkisi ya da baskısı altında vermiş görünmezler. Karar yalnızca popüler imgelemde oluşturulan Tanrı, İsa ve Kutsal Tin üçlüsünün mantığını akladı ve Üçlülük kavramının terimlerin Bir olmasını gerektirdiğini onayladı. Hıristiyanlığın ortaya çıkışı İsa'nın varolmuş olmasına da bağımlı değildir, çünkü eğer İsa gerçekten varolduysa hiç kuşkusuz başkaları gibi kendi çağının kültürünün bir üyesi olarak, bütünüyle doğal bir insan olarak varoldu. Tanrının Oğlu olarak İsa imgesinin yaratılması Hıristiyan öğretinin kendisi tarafından zorunlu kılındı, çünkü Yeni Ahit olarak kabul edilen tasarımsal ve imgesel öğretiler başka türlü tutarlık ve inandırıcılık kazanamaz, sıradan bir İsa için geçerli olamazdı.

 



Üçlülük Kavramı ve Katoliklik

Üçlülük Kavramı ve Katoliklik

Yeni Ahit Yunanca'da yazıldı ve Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu topraklarında şekillenmeye başladı. İsa karakterinin kendisini de yeniden biçimlendiren Helenistik-Romanik kökenler Hıristiyanlığı Yahudilikten ayırmakla kalmaz, ama onunla karşıtlık içine getirir. Yahudilik dinsel inancın ne olduğunu değil, ne olmaması gerektiğini gösterdi. Yahudiliğin etnik ve savaşçı karakteri ile karşıtlık içinde, Hıristiyanlık evrensel ve barışçıl karakterdedir, ve Sezar'ın hakkını tanır. Roma İmparatorluğunun resmi dini olduktan sonra, gizem dinlerinin putperest içeriği Hıristiyan öğretiler arasına katıldı ve Katolik Hıristiyanlık sonradan bozulmaktan çok daha başından bozuk yapılandı. Bu bir komplo olmaktan çok dinsel bilincin gelişiminde zorunlu bir aşamadır.

PAPA
"İsa ile kilisenin aracılığı olmaksızın kişisel, doğrudan ve dolaysız bir ilişkisinin olabileceğine inananlar vardır. Bu kışkırtmalar tehlikeli ve zararlıdır. Bunlar, büyük Papa VI. Paul'ün sözleri ile, "saçma ikiliklerdir."


Katoliklik din kavramı ile bağdaşmaz, çünkü Tanrıyı tinsel olarak kabul etmez ve sonlu, duyusal cisimleri, sıradan insanları kutsallaştırır ve tapınma nesnesi yapar.

MERYEM TAPINMASI
Meryem İsa'nın annesi olarak kabul edilir ve Hıristiyan öğretide herhangi bir tanrısal anlamı yoktur. Roma Katolik Kilisesinde bir tapınma nesnesidir.


Kitleler inançlarını yalnızca kilisenin ve rahibin boşinançlardan oluşan yorumlarından öğrenirler. Protestanlığın doğuşuna dek İncil'in anadillere çevrilmesi yasaktı. Papa tam bir dünyasal egemen idi ve en çirkin eylemler kutsallık perdesi ile örtülüyordu. Purgatori ya da Arafta geçirilecek süreyi kısaltmak için "bağışlama belgeleri" satımı başlıca Roma Katolik Kilisesinin mimari projelerinin ve yaşam lükslerinin giderlerini karşılamak için kullanıldı.

KENNEDY
"Ben başkanlık için Katolik Kennedy değilim. Başkanlık için Demokratik Partinin ayrıca Katolik de olan Kennedy'siyim. Kamu sorunlarında kilisem için konuşmam, ve kilise benim için konuşmaz. Hiçbir güç ya da ceza gözdağı başka türlü karar vermeme neden olamaz."

 


Eski Ahit büyük ölçüde İÖ üçüncü bin yıl boyunca üretilen Sümer ve Babil mitolojilerinden uyarlamalar üzerine dayanır. Başlıca Yahudi yazarların imgelemlerinin ürünüdür ve çoğunlukla öykülerin olgusal temelleri yoktur.

  • Gılgamış Epiği (İÖ 2000'den önce) ve Genesis tufan öyküsü arasında birçok ayrıntıda benzerlik vardır;
  • İnsanın çamurdan yaratılması;
  • Cennet bahçeleri;
  • Bilgi ağacı;
  • Havva'nın Adem'in kaburgasından yaratılması;
  • Musa'nın doğduktan sonra nehre bırakılması.

 

Bu öykülerin ve başkalarının yazarları daha sonra "Yeni Ahit" olarak kabul edilecek olan bir kitabın bölümlerini yazmıyorlardı.

 





 

Etik ve Küreselleşme / 2018.03.08 CKM (1)

Etik ve Küreselleşme — 2018.03.08 (1)


Geometri; Bilgi ve Bilim; Bilimin tamamlanması.

Geometri, Bilgi ve Bilim

Non-Euklidean Geometri?

İnsan Doğası ve Tarih Kavramı

Bilim; İnsan Doğası; Tarih Bilimi?

Bilim oluş sürecindedir. Ya da henüz fenomenaldir ve bu nedenledir ki bilimin idealini ya da ereğini doğrulamak yerine, bilim alanında yaygın olarak görgül bilimlerin 'bilim' olduğu kabul edilmektedir (pozitivizm giderek 'bilim' olarak anladığı şeyi fiziğe indirgeme eğilimindedir).

İnsan doğası ya da insan özü insanın düşünme, duygu ve duyu yetilerini kapsar. Entellektüel, etik ve estetik belirlenimler tümü de nesnel olarak bilinebilecek kavramlardır. .

Tarih bilim midir? Tarih görgül olarak ilerler ve bu süreç bir olumsallık görünüşü sergiler. Tarih insan doğasının etik açınımıdır.

Evrim süreci doğal insanın ortaya çıkışının kuramıdır. Ama insan doğalın ve tinselin birliğidir.

Materyalizm insanı özdekten türetir. Gerçekte, herşeyi soyut özdekten, özdek olarak özdekten türetir, çünkü yalnızca özdek vardır.

 



Matematiğin Doğası; non-Eukliean Geometri

Matematiğin Doğası

Matematiğin yalınlığı ele aldığı kavramların soyutluğuna bağlıdır. Tüm aritmetik nicelik kavramını içeriği olarak alır, aritmetiksel işlemlerin tümü toplama işleminin türleridir, ve matematiksel tasım eşitlik ilişkisi üzerine dayanır. Sayı Bir ve Çok kavramlarından oluşan "nice" ya da belirli niceliktir.

Non-Euklidean geometri gerçekte geometrinin dışbükey ve içbükey yüzeyler üzerine bir uygulamasıdır. Küre yüzeyinde koşut çizgilerin olmamasının nedeni küre yüzeyinde doğru çizgilerin olmamasıdır.

"Bilgi" sözcüğü çeşitli anlamlarda kullanılır. Bilgi herşeyden önce evrenselin bilgisidir. Ve evrensel oluşta değildir ve varlığın kendisi gibi soyuttur. Evrensel dolaysızca ontolojiktir, çünkü yalnızca vardır. "Varlık" fiziksellik ya da tekillik ya da duyusallık ya da özdeksellik değildir.

 



Bilimde türlülük; kuram, model, bilgi

Bilimde türlülük?

Görelilik kuramları ve Quantum kuramları karşılıklı olarak dışlayıcı kuramlardır. Ve her iki araştırma alanının kendi içerisinde birden çok kuram vardır (iki görelilik kuramı). "Kuram" bilim bağlamında kılgı ile değil, nesnel realite ile ilgilidir, ve realitenin kavramsal bir modeli olması gerekir. Kuramdan bilgiye geçiş kuramın kavramsal olarak tanıtlı, dizgesel olmasını gerektirir. Kuram kendini tanıtlamalıdır. Görgül doğrulamanın hiçbir değeri yoktur, çünkü kendisi baştan sona kuramsal ya da kavramsaldır.

 





Etik ve Küreselleşme / 2018.03.08 CKM (2)

Etik ve Küreselleşme — 2018.03.08 (2)




 

Etik ve Küreselleşme / 2018.03.01 CKM

Etik ve Küreselleşme — 2018.03.01

Reformasyon; Din Kavramı; Katoliklik; İstenç
Çin; Ekonomi; Halk; Yurttas Toplumu; Hak; Politika

Din Kavramı: Üçlülük

Din Kavramı: Üçlülük

Platonizmin katkısı olan din kavramı Üçlülüktür: Tanrı (Platonik Logos), Oğul (Platonik İdea) ve Tin (Platonik Dünya Ruhu).

Bu kavram Hıristiyanlığa Platonizmden geldi. Kavram mantığı sıradan anlağın özdeşlik mantığından bütünüyle başka birşeydir. (Aslında anlak "özdeşlik ilkesi" dediği şeyi de anlamaz, çünkü bu ilke ayrı terimlerin özdeşliği olarak ayrımı kapsar.)

Tanrı birinci terimdir. Bir olarak kabul edildiğinde ilkin sonsuz ile bir görünür, çünkü onu sınırlayacak hiçbir başkası, hiçbir ikinci yoktur. Ama bu sonu olmayan bir sonsuzluk, belirlenimsizlik, yalancı sonsuzluk, gerçekte sonsuza erişemeyen sonluluktur. Gerçek sonsuzluk başkasında sonlanmak, ama bu sınırda yalnızca kendinde olmak, kendisi tarafından sınırlanmaktır. Sonsuz sonluyu yalnızca dışladığı ölçüde yalnızca kendini sonlulaştırır. Tanrının tüm varlık ve tüm gerçeklik olarak böyle soyut bir Bir, sonluluğu dışlayan soyut bir sonsuz olmaması gerekir. Sonsuz sınırlanmalı ya da Tanrı onu sınırlayacak kendi başkasını, Oğulu yaratmalıdır. Ve yaratısı onun kendi tözünden olmalı, özsel olarak onun kendisi olmalıdır. Tanrı yaratısında kendisi olan, kendisi ile aynı sonsuzluğu yaratır. Oğul başkasıdır. Ama aynı zamanda ilksiz-sonsuzdur. Burada bir ayrım vardır, ama aynı zamanda ayrım olmayan bir ayrım, Tanrının kendi kendisi ile ayrımı ve karşıtlığı vardır. Bu ayrımda şimdi her iki terimde olandan daha çoğu, yeni bir terim, karşıtların birliği vardır. Logosu ve Doğayı (Oğul) kapsayan üçüncü terim Tindir. Tini Doğa yaratmaz, çünkü Doğanın (ya da Oğulun) kendisi Tanrının yaratısıdır (Logosun Doğaya mantıksal geçişi). Tin Tanrı kavramının tamamlanışı ve gerçekliğidir. Logos Tanrı değil, tüm gerçeklik değil, ama soyut olarak Tanrıdır ya da somut (üçlü) Tanrı kavramının ilk kıpısıdır. Tanrının "Tin" olduğu sözlerinin anlamı yalnızca Doğanın değil, Logosun da tanrılaştırılmasının geçersiz olduğudur. Üçlülük aritmetiksel değildir, çünkü 1 + 1 + 1 = 1'dir, 3 değil.

Felsefede Logos mantıksal olarak Doğaya geçer. İnsan evrim sürecinin ürünü olan homo sapiens olarak Doğanın ereği ve özetidir ve dinsel bilinçte Doğa Oğul olarak, Tanrının Oğlu olarak tasarımlanır. İsa hem sonlu, özdeksel insan, hem de Tanrıdır. Tanrı ve Oğul karşıtlıkları içinde bir ve aynıdır (homoousion). Bu iki terimin birliği olarak, Tanrı ve İnsan olarak Kutsal Tin Üçlülüğün tamamlanmasıdır. Buna göre Tanrı salt soyut Logos değil, ama karşıtını da kendi içinde kapsayan somut Tindir. Dinsel bilinç bu kurgul kavramı kendi sonlu tasarımsal düzleminde üretemez. Ona ancak inanabilir. İznik Konseyi, Arianizme karşı, İsa'nın Tanrının Oğlu olduğunu kabul etti. İskenderiyeli Yeni-Platonistlerin konseyde iki üye dışında katılanların tümünü ikna ettikleri söylenir.

Homo sapiens özdekseldir. Ama o denli de biçimseldir ve bu biçim salt Doğanın biçimi değildir, tinseldir. Doğanın ereksel ürünü olarak, saltık ürün kendinde Tinin biçimini taşır. Bu biçim dinsel bilinç için gerçek anlamda tanrısal Tindir ve Doğadan türetilmesi olanaksızdır. Doğanın Tanrılaştırılması ve yaratıcı yapılması panteizmdir.

Ἐν ἀρχῇ ἦν ὁ Λόγος, καὶ ὁ Λόγος ἦν πρὸς τὸν Θεόν, καὶ Θεὸς ἦν ὁ Λόγος — Başlangıçta Logos vardı, Logos Tanrı ile idi, ve Tanrı idi Logos. (John, ilk satır).
Paul (Galatyalılara: 3:26) "For ye are all the children of God by faith in Christ Jesus." :: "Çünkü hepiniz İsa'ya inanç yoluyla Tanrının çocuklarısınız."

Paul (Galatyalılara: 3:28) "There is neither Jew nor Greek, there is neither bond nor free, there is neither male nor female: for ye are all one in Christ Jesus." — "Ne Yahudi ne de Yunanlı, ne köle ne de özgür, ne erkek ne de dişi vardır, çünkü hepiniz İsa'da birsiniz."

 

 



Roma Katolik Kilisesi

Roma Katolik Kilisesi

Roma Katolik Kilisesi din kavramına uygun bir dinin temsilcisi değildi ve baştan sona insan doğasına ve değerine aykırı yapısı ile Tanrının tinselliğini tanımıyor, duyusal ve sonlu şeylere tanrısalın anlamını yüklüyordu. Roma Katolik Kilisesinin herhangi bir biçimde herhangi bir dini temsil ettiğini düşünmek düşünmeye saygısızlık olarak görünür. İnsan ve Tanrı arasına giriyor, bireyin Tanrı ile ilişkisine ancak rahipler, simgeler, azizler, Meryem vb. aracılığıyla olmak üzere izin veriyordu. İncil'in okunmasını ve çevrilmesini yasaklıyor, çeviren insanları yakıyordu. (Aslında orta çağlarda kiliselerin bir bölümünde İncil'in kendisi bile bulunmuyordu). Kilisenin aracılığı halka inanç olarak boşinançların ve saçmalıkların öğretilmesinden başka bir anlama gelmiyordu. Böyle en ilkel, en yabanıl putperestliğe bile aykırı olan Kilisenin tanınmamasının karşılığı odun yığını idi.


Burning at the stake

Burning at the stake

 

Kilise bir kurum olarak zulüm ve korku üzerine dayanan dünyasal güç odağı idi ve insanlıkta aşağılık ve değersiz olan herşeyin temsilcisi oldu. Klasik dönem insanın gerçek değerini sergileyen bilimler, felsefe, güzel sanatlar, demokrasi ile tanımlanırken, Ortaçağ Avrupası insan kültürünün değersizliğinin ve sefilliğinin belgesidir. Karanlık Çağlar ile anlatılan dönem gerçekte sağlam olanın bir bozulması, düzün olanın bir yozlaşması değildir. Roma İmparatorluğunun topraklarının dışında kalan ve Roma kültürünün disiplin ve düzenini tanımamış bütün bir Germanik ve Slav Avrupa baştan sona barbarlık içinde yaşıyordu. Kendini bu kültüre sunan Katolik Kilise paganizmin ve monoteizmin bir sentezi idi. Paganizm moral bir karakteri olmayan (amoral) politeizm ile birlikte iken hoşgörü işlerin doğal durumu idi. Paganizm monoteizm ile birleşmesi boşinancın moral yetke üstlenmesi sonucunu getirdi ve bu durum Batı Avrupa'da Reformasyona dek sürdü.


Katolik Kilise

Katolik Kilise

 

 

313'te kendisi Hıristiyanlığa dönen Konstantin Hıristiyanlığa karşı hoşgörü uygulamasını başlattı (Milano Fermanı). Piskoposların askerlik ve vergiden bağışıklığı tanındı. Politeizm Hıristiyanlığın içine işlerken hiyerarşik kurumsal Kilise yapısı oluşmaya başladı.

Papalık tüm yetkeyi kendi üzerinde topladı ve bu güç ile yüzyıllar boyunca cinayetlerden en büyük ahlaksızlıklara dek her suçu işledi. Papa III. Sergius (904-911) papalık konumunu cinayet işleyerek ele geçirdi ve "Kutsal Baba" olduğunu ileri sürdü. Papa XII. John (955-954) ensestten zinaya, cinayete her suçu işleyen en ahlaksız papa olarak bilinir. Tüm Avrupa kralları üzerinde egemenliğini ileri süren III. Innocent'in papalığı sırasında (1198-1216) engizisyon kurumsallaştırıldı, Haçlı seferleri kitle kıyımlarına dönüştü, Konstantinopolis yağmalandı, 20.000 kadın, erke ve çocuğun öldürülmesinde sonuçlanan Albigensian Haçlı Seferi yapıldı. Papa III. Alexander 1163'te İncil'i okuyanların heretik olduklarına karar verdi. IV. Innocent 1252'de işkenceyi yasallaştırdı ve heretiklerin yakılması buyruğunu çıkardı (ad extirpanda).

 

İnancın bilgi ile çatışmaması gerekir. Bilgi ile çatışan inanç, var olmayana inanan inanç boşinançtır. Dinsel bilinç Tanrıyı düşünce nesnesi yapmaktan kaçınır, çünkü "tasarım" yetisi sonsuzu kavramaya yeteneksizdir ve bu nedenle Tanrının aşkınsallığı ya da bilinemezliği görüşüne döner. Öte yandan inanç duygu olduğu düzeye dek sonsuza yeteneklidir, çünkü sevgi karşıtında kendini bulmaktır. Üçlülüğün Tanrısı (Yehuva ile karşıtlık içinde) İnsan ile herhangi bir nefret, ceza, ya da yetke ilişkisine girmez.

Tanrıya inancın Tanrının bilgisini yadsıması gerekmez. Tam tersine. Gerçek inanç en sonunda bilinene inançtır ve dinsel bilinç için de Tanrı bilinebilir olmalıdır (Calvin). Bilinmeyene inanmak "kuşkulu inançtır," ve pekala olmayana inanç olabilir. Kant'ın kendinde-şey varsayımı üzerine din kavramı ya öznenin kendi kendisine inancı olabilir, ya da bilinmeyen bir nesneye inanç olabilir. İki durumda da dinsel duygu olanaksızdır. Kant bilinemez kendinde-şey tasarımına bağlı felsefesinde Tanrıya bir yer bulamayacağı için, onu yalnızca inanç nesnesi olarak kabul eder ve "inanca yer açabilmek için bilgiyi yok etmem gerekti" der (Arı Usun Eleştirisi).

Tertullian: "İnanırım çünkü saçmadır."

Bu çeşitli yollarda yorumlanabilir. Saçmaya inanç boşinançtır demek daha doğrudur. Öte yandan bilim ya da bilgi inanç ve kuşku ile ilişki içinde durur, ve bilimi anlamayan insan bilime inanabilir ya da inanmayabilir. Ama bilim bir inanç değil, uslamlama sorunudur ve kuşkuculuk uslamlamaya inanmadığı için bilimden ancak kuşku duyabilir. Gerçekte kuşkuculuk bilgiye olduğu gibi inanca da yeteneksizdir, çünkü inancı da kuşkuludur.

 



Reformasyon ve Özgürlük

Hıristiyanlık ve Yahudilik

Reformasyon Tarihin kendisinin gelişimi için zorunlu olan evrensel duyunç ve istenç özgürlüğünün kazanılmasını sağladı, üstelik reformcuların kendilerinin böyle bir amaçlarının olmamasına, Luther'in özgür istenci tanımamasına karşın.

Hıristiyanlığın Kutsal Tin kavramı evrensel insanlığı temsil eder (Paul: "Ne Yahudi ne Yunanlı vardır," der, "çünkü İsa'da hepiniz birsiniz.). Yahudilik tikel bir halkın dini olarak din kavramına uygun değildi. Yahudiler insanlık olarak yalnızca onları seçen ve başka herkesi insanlıktan dışlayan kendi özel Tanrılarının yanısıra "başka" tanrıların varlığı da kabul ediyorlardı. Bu düzeye dek, Yahudilik monoteizm değildir.

 



Juan Crisostome Arriaga / Symphony in D Major / Allegro Con Moto

Juan Crisostome Arriaga / Symphony in D Major / Allegro Con Moto


Haendel / Air / Música acuática. Suite I — Air

Haendel / Air / Música acuática. Suite I — Air


James Last / Praludium VIII

James Last / Praludium VIII




 

Farabi / Platon ve Aristoteles'in Felsefeleri

Farabi / Platon ve Aristoteles'in Felsefeleri

Farabi / Platon ve Aristoteles'in Felsefeleri (İng. Çeviri: Muhsin Mahdi, 1962) § 55

“The Philosophy of Plato and Aristotle is one of the most authoritative commentaries on these two authors." — Allan Bloom

55. Her öğretim iki şeyden oluşur: (a) İncelenen şeyi kavranabilir kılmak ve ideasının ruhta yerleşmesini sağlamak; ve (b) başkalarının ruhta kavranan ve yerleşen şeyi onaylamalarını sağlamak. Bir şeyi kavranabilir kılmanın iki yolu vardır: İlk olarak, özünün us tarafından algılanmasını sağlamak, ve ikinci olarak, ona öykünen benzerlik yoluyla imgelenmesini sağlamak. Onay da iki yöntemden biri yoluyla, ya pekin tanıtlama yöntemi ya da inandırma yöntemi yoluyla ortaya çıkarılır. Şimdi kişi varlıkların bilgisini kazanırken ya da onlarda öğretim görürken, eğer idealarının kendilerini usu yoluyla algılarsa ve onlara onayı pekin tanıtlama yoluyla olursa, o zaman bu bilgileri kapsayan bilim felsefedir. Ama eğer onlara öykünen benzerlikler tarafından imgelenmeleri yoluyla biliniyorlarsa, ve onlar hakkında imgelenen şeye onay inandırıcı yöntemler tarafından sağlanıyorsa, o zaman eskiler bu bilgileri kapsayan şeye din derler. Ve eğer o anlaşılırların kendileri kabul edilirse ve inandırıcı yöntemler kullanılırsa, o zaman onları kapsayan dine popüler, genellikle kabul edilen ve dışsal felsefe denir. Öyleyse eskilere göre din felsefeye bir öykünmedir. İkisi de aynı konuları kapsar ve ikisi de varlıkların en son ilkelerinin bir açıklamasını verir. Çünkü ikisi de varlıkların ilk ilkelerine ve nedenlerine ilişkin bilgi sağlar, ve ikisi de uğruna insanın yapıldığı en son ereğin — eş deyişle, en yüksek mutluluğun — ve geri kalan varlıkların her birinin en son ereğinin bir açıklamasını verir. Felsefenin entellektüel algı ya da kavrayış üzerine dayanan bir açıklamasını verdiği herşeyde, din imgelem üzerine dayalı bir açıklama verir. Felsefe tarafından tanıtlanan herşeyde, din inandırmayı kullanır. Felsefe anlık tarafından kavranan en son ilkelerin bir açıklamasını (eş deyişle, ilk ilkenin özünü ve cisimsel-olmayan ikinci ilkelerin özlerini) verir. Din onların imgelerini cisimsel ilkelerden alınan benzerlikleri aracılığıyla ortaya koyar ve onlara politik görevler arasındaki benzerleri yoluyla öykünür. Tanrısal edimlere politik görevlerin işlevleri aracılığıyla öykünür. Doğal güçlerin ve ilkelerin eylemlerine onların istenç ile ilgili yetiler, durumlar ve sanatlar arasındaki benzerleri yoluyla öykünür— tıpkı Platon'un Timaeus'ta yaptığı gibi. Anlaşılır nesnelere duyulur olanlar arasındaki benzerleri yoluyla öykünür: Örneğin kimileri özdeğe uçurum ya da karanlık ya da su yoluyla ve yokluğa karanlık yoluyla öykünür. En yüksek mutluluk sınıflarına — eş deyişle, insan erdemlerinin edimlerinin ereklerine — erekler olduklarına inanılan İyilikler arasındaki benzerleri yoluyla öykünür. Gerçek mutluluk sınıflarına mutluluk olduklarına inanılan sınıflar aracılığıyla öykünür. Varlıkların derecelerine uzaysal ve zamansal dereceler arasındaki benzerleri yoluyla öykünür. Ve bu şeylerin benzerliklerini olanaklı olduğu ölçüde özlerinin yakınına getirmeye çalışır. Yine, felsefenin tanıtlamalı ve pekin olan bir açıklamasını verdiği herşeyde din inandırıcı uslamlamalar üzerine dayalı bir açıklama verir. Son olarak, felsefe zamanda dine önseldir. 55. Every instruction is composed of two things: (a) making what is being studied comprehensible and causing its idea to be established in the soul and (b) causing others to assent to what is comprehended and established in the soul. There are two ways of making a thing comprehensible: first, by causing its essence to be perceived by the intellect, and second, by causing it to be imagined through the similitude that imitates it. Assent, too, is brought about by one of two methods, either the method of certain demonstration or the method of persuasion. Now when one acquires knowledge of the beings or receives instruction in them, if he perceives their ideas themselves with his intellect, and his assent to them is by means of certain demonstration, then the science that comprises these cognitions is philosophy. But if they are known by imagining them through similitudes that imitate them, and assent to what is imagined of them is caused by persuasive methods, then the ancients call what comprises these cognitions religion. And if those intelligibles themselves are adopted, and persuasive methods are used, then the religion comprising them is called popular, generally accepted, and external philosophy. Therefore, according to the ancients, religion is an imitation of philosophy. Both comprise the same subjects and both give an account of the ultimate principles of the beings. For both supply knowledge about the first principle and cause of the beings, and both give an account of the ultimate end for the sake of which man is made — that is, supreme happiness — and the ultimate end of every one of the other beings. In everything of which philosophy gives an account based on intellectual perception or conception, religion gives an account based on imagination. In everything demonstrated by philosophy, religion employs persuasion. Philosophy gives an account of the ultimate principles (that is, the essence of the first principle and the essences of the incorporeal second principles ), as they are perceived by the intellect. Religion sets forth their images by means of similitudes of them taken from corporeal principles and imitates them by their likenesses among political offices. It imitates the divine acts by means of the functions of political offices. It imitates the actions of natural powers and principles by their likenesses among the faculties, states, and arts that have to do with the will, just as Plato does in the Timaeus. It imitates the intelligibles by their lskenesses among the sensibles: for instance, some imitate matter by abyss or darkness or water, and nothingness by darkness. It imitates the classes of supreme happiness — that is, the ends of the acts of the human virtues — by their likenesses among the goods that are believed to be the ends. It imitates the classes of true happiness by means of the ones that are believed to be happiness. It imitates the ranks of the beings by their likenesses among spatial and temporal ranks. And it attempts to bring the similitudes of.these things as close as possible to their essences. Also, in everything of which philosophy gives an account that is demonstrative and certain, religion gives an account based on persuasive arguments. Finally, philosophy is prior to religion in time.

 




 

İdea Yayınevi Site Haritası | İdea Yayınevi Tüm Yayınlar
© Aziz Yardımlı 2017-2018 | aziz@ideayayinevi.com